Bir varmış bir yokmuş. Dünyada kimsenin bilmediği bir yerde eşi
benzeri olmayan bir ağaç varmış. Bu ağacın verdiği meyveler o kadar
şifalılarmış o kadar şifalılarmış ki bütün hastalıklara iyi gelirmiş. İyi
etmediği hiç bir hastalık yokmuş.
Günlerden bir gün iki gezgin dağ tepe gezerken bu ağaca denk gelmişler.
Günlerden bir gün iki gezgin dağ tepe gezerken bu ağaca denk gelmişler.
Ne kadar güzel bir ağaç diye söylenerek ağaca doğru yaklaşmaya başlamışlar. Nihayet ağacın yanına gelip
bir meyvenin tadına bakmaya karar vermişler. Tam bir meyve koparacakken ağaç
dile gelmiş;
- Durun yabancılar! Meyvemi koparmadan önce beni dinlemelisiniz.
Demiş. Gezginler şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuşlar, konuşamaz hale gelmişler ve değişik sesler çıkartarak ürkünç şekilde hareket etmeye başlamışlar. Ağaç o ara konuşmaya devam etmiş;
- Benim meyvelerim o kadar şifalıdır ki iyi etmediği hastalık yoktur. Ancak ilk meyve dalımdan koparıldıktan sonra diğer meyvelerimin hepsinin iyileştirme özelliği yok olur.
Gezginler bunu duyduktan sonra jest ve mimiklerle bu işi nasıl çözebileceklerini tartışmaya başlamışlar.
Zaman geçtikçe tartışma daha da hararetlen-meye başlamış çünkü ikisi de sesini geri kazanmak istiyormuş. Günler
geçtikten sonra artık birbirlerini öldürme planları yapmaya başlamışlar. Ama
bunu nasıl yapacaklardı ki? Yıllardır birliktelerdi ve hayatta birbirlerinden
başka kimseleri yoktu.
En nihayetinde gezginlerden biri uyuduğunda diğeri bir iple ağlaya ağlaya boğdu hayattaki tek arkadaşını. Her şey sesini geri kazanmak içindi. Bir yandan ağlarken bir yandan acımasızca seviniyordu sesi olacağı için. Ağacın dalına uzanıp tam bir meyve koparacakken ağaç tekrar dile gelmiş;
- Arkadaşını öldürdüğüne göre konuşacağın kimse kalmadı.
Bunu duyunca iyice kızdığını belli eden jestlerle meyveyi koparır ve yemeye başlar. Ağaç o sırada konuşmasını sürdürmektedir;
- Ama boş ver zaten sesin de gelmeyecek geri. En nihayetinde küçük dili yutmak bir hastalık değildir.
Güzel kurgu :)
YanıtlaSil