Ana içeriğe atla

Bir Masal - Zafer Korkmaz


Bir varmış bir yokmuş. Dünyada kimsenin bilmediği bir yerde eşi benzeri olmayan bir ağaç varmış. Bu ağacın verdiği meyveler o kadar şifalılarmış o kadar şifalılarmış ki bütün hastalıklara iyi gelirmiş. İyi etmediği hiç bir hastalık yokmuş.

Günlerden bir gün iki gezgin dağ tepe gezerken bu ağaca denk gelmişler.

 Ne kadar güzel bir ağaç diye söylenerek ağaca doğru yaklaşmaya başlamışlar. Nihayet ağacın yanına gelip bir meyvenin tadına bakmaya karar vermişler. Tam bir meyve koparacakken ağaç dile gelmiş;

- Durun yabancılar! Meyvemi koparmadan önce beni dinlemelisiniz.
Demiş. Gezginler şaşkınlıktan küçük dillerini yutmuşlar, konuşamaz hale gelmişler ve değişik sesler çıkartarak ürkünç şekilde hareket etmeye başlamışlar. Ağaç o ara konuşmaya devam etmiş; 

- Benim meyvelerim o kadar şifalıdır ki iyi etmediği hastalık yoktur. Ancak ilk meyve dalımdan koparıldıktan sonra diğer meyvelerimin hepsinin iyileştirme özelliği yok olur.
Gezginler bunu duyduktan sonra jest ve mimiklerle bu işi nasıl çözebileceklerini tartışmaya başlamışlar. 

Zaman geçtikçe tartışma daha da hararetlen-meye başlamış çünkü ikisi de sesini geri kazanmak istiyormuş. Günler geçtikten sonra artık birbirlerini öldürme planları yapmaya başlamışlar. Ama bunu nasıl yapacaklardı ki? Yıllardır birliktelerdi ve hayatta birbirlerinden başka kimseleri yoktu.

En nihayetinde gezginlerden biri uyuduğunda diğeri bir iple ağlaya ağlaya boğdu hayattaki tek arkadaşını. Her şey sesini geri kazanmak içindi. Bir yandan ağlarken bir yandan acımasızca seviniyordu sesi olacağı için. Ağacın dalına uzanıp tam bir meyve koparacakken ağaç tekrar dile gelmiş;

- Arkadaşını öldürdüğüne göre konuşacağın kimse kalmadı.
Bunu duyunca iyice kızdığını belli eden jestlerle meyveyi koparır ve yemeye başlar. Ağaç o sırada konuşmasını sürdürmektedir;

- Ama boş ver zaten sesin de gelmeyecek geri. En nihayetinde küçük dili yutmak bir hastalık değildir.

Yorumlar

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Avcı Toplayıcılar (Ahmet Atak)

Tanrılar çıldırmış olmalı isimli film,   eski bir komedi filmidir.  İnsanları hem güldürüyor, hem de modern toplumlarla avcı toplayıcı toplumların kültürleri arasındaki farkları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Konu Afrika'nın ıssız bir bölgesinde mutlu bir hayat yasayan avcı toplayıcı bir kabilede geçiyor. Günlerden bir gün uçaktan aşağıya atılan bir koka kola şişesi her şeyi altüst ediyor. İlk basta çok yararlı ve kullanışlı bir aygıt olarak algılanıp kullanılıyor bu şişe.  Fakat şişe tarzı başka hiçbir gereçleri olmadığından köyde kimin şişeyi kullanacağı bir tartışma konusu oluyor. Tekliğinden dolayı paylaşılamayan bu sise kavgalara sebep veriyor. Kabilenin lideri bu kötülük getiren nesneyi dünyanın sonundan atarak tanrılara iade etmek için yola çıkıyor.   Filmde aslında üretim araçlarına sahip olma kavgası ve ekonomik üretim süreçlerine vurgu yapılıyor ki burada Marx'tan esinlenildiği çok açık.  Dünyada hala özellikle amazonda çok az sayıda kalsa da bazı avc

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?