Ana içeriğe atla

Covid-19, Sokağa Çıkma Yasağı ve Cahiller

Çok da bu tarz konularda yazmayı seven biri değilim aslında ama bazen geliyor böyle. Ne izlesem, ne okusam bana aynı şeyleri anlatıyormuş gibi geliyor. İzlediğim filmin altyazısında birazdan yazacaklarımı okuyorum, haberleri açıyorum yine bunlar, kitap okuyorum yine bunlar. Mide rahatsızlığı gibi ne yersen ye aynı etkiyi oluşturuyor. Kusma isteği! Kusmadan kurtulamıyorsun. Bu yüzden kusmam lazım. Ancak o zaman rahatlayabilirim. Eğer bu yazıyı okumaya devam edecekseniz kusan bir kişiyi gördüğünüzde o rahatlarken siz ne hissediyordunuz hatırlayın. Benzer bir etkisi olacağını tahmin ediyorum.
Yazacağım şeyler aslında benimle genel olarak aynı tarafta olduğunu düşündüğüm kişiler için. Evet,  taraf olmayı en çok sevdiğimiz şey. Buna itirazım yok zaten birçok şeyi olduğu gibi kabul etmeyi tercih ediyorum. Ama taraf olmak için seçeneklerin bu kadar daraltılmasına razı olamıyorum.Siyah ya da beyaz.Doğru ya da yanlış. Seçenekler bundan ibaret ve konuşulan şeyler tamamen bu çerçevede. 
Şu evde kalma mevzusu. Alınması gereken tüm önlemlere ve bunların zorunlu olduğuna sonuna kadar katılıyorum. Peki, neden bunu yapıyorum? Eğer sırf hayatta kalmak içinse bu zaten çok da konuşulmaya değer bir şey değil. Bu yüzden diğer insanları hiçbir şekilde suçlamamam gerekir. Çünkü onlar da kendileri için en doğruyu yaptıklarını düşünüyorlardır. Benim için yaşayacak değiller ya! Hayır, yalnızca kendimi değil; sevdiklerimi, çevremi, akrabalarımı düşünerek bu önemlere katılıyorsam, sevdiği ve önemsediği kimsesi olmayan birini nasıl suçlarım? Benim sevdiklerim için hayatını kısıtlamıyor diye mi? Ya da sevdiği ve önemsediği insanlar için hayatını kısıtlama konusunda benim kadar hassas olmadığı için mi? Bunların hepsini açacağım çünkü çelişkilerle doluyuz. Bu önlemlere daha geniş çaplı bir boyutta bakıp tüm insanlık için katıldığını düşünen birisi, buna katılmayanlara ne diyebilir? Zaten sen onları ve salgından önceki son durumu koruyabilmek için bu önlemlere katılmıştın ama o bakkaldan kola alan adam ve fırın kuyruğunda kavga edenler sana ve senin gibi düşünenlere (ve hatta bana) ihanet ediyorlar. Hemen burada bir kestirme var, sen aslında onları bu duruma iten kişiye tepkili olup kendini rahatlatabilirsin. Sanki o bu toplumdan, hadi toplumu da bırak Homo Sapiens’lerden değilmiş gibi. Bu ortaya koyduğum dar bakışı şöyle sonlandırayım: Virüs salgını ile ilgili alınan önlemlere neden katılıyorsun? Bu sorunun cevabını lütfen yazının devamı ile bir daha düşün.
Normale dönmek diye bir kavram şu ara çok kullanılıyor. Hangi normal? Hani şu kurbağanın ısınan sudan çıkmayı düşünemediği normal mi? Çok hassas bir durumdayız evet ama bundan önceki durumlar da hassas değil miydi? Açlık sınırında yaşayan insanlar, kanser, su kıtlığı, çevre sorunları obezite, madde bağımlılığı, trafik, terör, mülteci sorunu… Bunlar benim hatırladığım ve popüler olanlar. Biraz da bizi oyalamak için gündemde olan ve içinde bulunduğumuz çerçevede ne yaparsak yapalım değişmeyen şeyler. Yani bunlar sorun değil demiyorum. Sorunun bizi oyalayan son ve en zor hali. Şöyle örnek vereyim. Kaç kişi hava kirliliğini engellemek için araç kullanmaktan vazgeçiyor. Eğer bunu yapıyorsanız ve problemlere bu şekilde yaklaşabiliyorsanız tebrik ederim. Ama sorunların çoğuna böyle yaklaşmıyoruz. İstiyoruz ki direk gidip havayı kirleten fabrikayı kapattıralım. Ya da önce başkaları yapsın ardından ben yaparım. Oysaki büyük kalabalıklar bu tarz sorunlarla ilgili tek tek ve en basit davranışları sergileseydi o fabrikanın o şekilde olmasına sebep olan karmaşık süreçte çözüm bulunabilirdi. “Bunlar insan sağlığını hiçe sayıyorlar!” Acaba neden?
Benzer bir örneği futboldan vereyim. Herkes şikayetçi. Kendi tuttuğu takımın kazanması ya da şampiyon olması dışında herkes her şeyden şikayetçi. Günlerce tartışılan maçlar, pozisyonlar, hatalar, bilerek yapıldığı iddia edilen hatalar, harcanan paralar… Ama kimse bu endüstriyel futboldan vazgeçmiyor. Takım tutmayı, maç izlemeyi, forma almayı, tuttuğu takıma bağış yapmayı bırakmıyor. Birçok karmaşık sürecin sonunda ortaya çıkan büyük sorunları çözmek için kendisine düşen basit bir davranışı yapmıyor. Şimdi burada şu fabrikayı ve futbolu küçültüp o bizim normal dediğimiz hayattaki diğer sorun zincirine bağlayalım. Birbirleriyle olan ilişkisini görebiliyor musunuz? Geçim sıkıntısı yaşayan insanlara harcanabilecek paraların futbola akmasından, fabrikanın bacasından çıkan dumanın meyve bahçesindeki ağaçları etkileyip çiftçiyi yarı yolda bırakmasına kadar herşeyi. Söylemek istediğimi sanırım söyledim. Hepimiz her ne kadar itiraz ettiğimiz şeyler olsa da o sorunların birbirine zincirleme bağlandığı ve çözülemez hale geldiği normali kabul ediyoruz. Peki şimdi bunu mu özlüyoruz?      
Bir gerçeği de söyleyeyim. Aslında konu çok da senin benim ölüp ölmemem falan değil. Tabi ki de öleceğiz bundan daha doğal bir şey var mı? Her 5 saniyede 9 insan ölüyor. Peki konu nasıl öldüğümüz mü? Olabilir gibi görünüyor, daha farklı istatistikler var. Trafik  mesele 2018’de 6675 kişi trafik kazalarında hayatını kaybetmiş. Çok saçma değil mi? Peki bu yüzden trafiğe çıkmayı bırakan var mı? Tamam uzatmayayım. Zaten biliyorsunuz buradaki olayımız sağlık sistemini olabildiğince ayakta tutmak ve normale tekrar geri dönebilmek. Peki diğer hiçbir problemde kendi adına bu kadar temel bir davranışı, böyle radikal bir şekilde uygulamazken seni bu kadar hassaslaştıran ne? Lütfen sevdiklerim ve başkalarının hayatı kısmını geçelim. Onlar sen ya da ben trafiğe çıktığımızda bile tehlikedeler zaten. O Luppo alan adamın çocuğunu belki de sen şeker bağımlısı yaptın, bayramda verdiğin bir şekerle. Şimdi ki tehlike daha mı muhtemel? Evet ve hayır. Hastalığa yakalansa bile anlamadan geçiren var. Ya da kaskosu hiç bozulmayan sürücüler. 
Biraz suçlayıcı ve nefret söylemine yakın şeyler yazdığımın farkındayım ama aslında bunlar daha çok kendime karşı. Bu yine de sizi rahatlatmasın, kendinize verdiğiniz cevaplarda olan çelişkileri bulmanız o kadar da zor değil.  Yazdığım ve yazmadığım çelişkili başka davranışların hiçbirine katılmamış ve tamamen mantıklı bir hayat yaşıyor olduğunu düşünebilirsin. Tamamen organik beslenip, doğaya saygılı davranırken, yardımsever ve sanat üreticisi olabilirsin. Ama bunlar da seni normalin destekçisi olmaktan kurtaramıyor. Senin gibi insanların sayısı arttıkça bir şeyler değişebiliyor ama yine de çelişkiler çok fazla olduğu için sorunlar bitmiyor. Bu yazıyı okuyorsan bile normalin en sağlam destekçilerindensin zaten. İnternetin var ve bunu okumanı sağlayan teknolojik bir aletin. Bunlar için de organik beslenemeyen, sanatla uğraşamayan, doğayı düşünecek çok da zamanı kalmayan insanların çalışması gereken yerler var. Zaten bunları benden iyi biliyorsun.
En iyisi sonda söyleyeceğimi şimdi söyleyeyim de rahatlayayım. Bu dünya için hiçbir değerimiz, önemimiz ya da başka megolamanca bir özelliğimiz yok. Bunlar bizim uydurmalarımız. Biz bu dünyanın ne kurtarıcısı ne de koruyucularıyız. Klasik olarak bu dünyanın virüsüyüz falan da demeyeyim ama etrafımızda olan hiçbir şey bizim için var olmuş değil. Dünya bizim etrafımızda dönmüyor. Dünyayı saran coronavirüs aslında dünyayı falan sarmadı. Kendimizi bu kadar abartmamız, hele de bireysel olarak, sürekli şaşırmamıza sebep oluyor. Ya böyle insan mı olur? Cahiller! Gericiler! Bilmem ne…
Bağlıyorum. Sırf önlem aldın, evden çıkmadın diye bunun dışında kalan insanlara karşı bakışını bir gözden geçirmen lazım bence. Dün akşam market önünde sıraya giren insanlar belki de insan olmanın en temel içgüdülerinden birine kapılarak bunu yaptılar. O insanların şeker bağımlısı olmaması için yaptığımız en radikal hareket neydi ki şimdi sokağa çıkıyorlar diye kızıyoruz? Sen bu güdülerini bastırabildin diye onlardan daha değerli ya da bilinçli falan olmadın. Çünkü onlar da en az senin kadar hayatta kalmayı başarmış Homo Sapiensler.  En az senin kadar da hayatta kalmak istiyorlar. Kalmak istemiyorlarsa da onları zorlamalı mıyız? Şimdi biz onlara böyle hakaret içerikli baskılar uygularken nerede kaldı özgürlük söylemlerimiz? İnsanları bu kadar sert kısıtlamalara sokma hakkını bize veren ne? Evden çıkmak isteyen insanın özgürlüğünü kısıtlamıyor muyuz? Sanırım şuan ben de cahiller sınıfına doğru kayıyorum… Öğretmenimin bir sözü vardı “Başkasının özgürlüğünün başladığı yerde senin ki biter.” Şimdi benimki başladı mı bitti mi?
Kısacası evde kalıyorsan kal, kalmıyorsan kalma, normale dön ya da dönme, kitap oku ya da yaz, ya da kitap ye! Ama bunları taraf olmak kadar basit bir seviyeye düşürme. Evde kaldın, evden çıktın paydasında konuşulacak ve olaya farklı bir bakış açısı getirebilecek hiçbir seçenek kalmıyor. Bu kadar alakası yokmuş gibi görünen konuları bu şekilde bağlamak istemezdim, okuyan çoğu kişi de “ne alakası var” diyecektir ama kustum işte. İnsan haklarını, doğayı, hayvanları, kültürü, sanatı ve insanların biriktirdiği diğer her şeyi önemsediğini söyleyen insanların bu kadar sığ bir anlayışa çekilmesine dayanamadım. Evdeysen o değerli insansın, değilsen cahilsin ve daha kötüsü. Başka bir bakışımız olma ihtimali yok mu? Hani griler vardı? Şu an yok gibi! Neden? Öleceğiz diye mi? Normale dönemeyeceğiz diye mi? O inanılmaz normale. Ne kadar seviyormuşuz o normali ve ne kadar romantikmişiz savunduğumuz şeylerde. 
“Bırakınız yapsınlar, bırakınız etsinler.” demiyorum tabi ki benim konforumu bozacaklarsa yapmasınlar. Ya da tokat atana diğer yanağımı da uzatma niyetinde değilim. İnsan davranışlarının sebeplerine ve bunların ortaya çıkma durumlarına odaklanıyorum sadece ve şaşırmıyorum. Olduğunu sandığımız ideal “insan” kavramı ya da halk dilinde kullandığımız “insanlık” hiçbir zaman bütün insanları kapsamadı. Kapsayamaz da. Zaten kapsamadığı için “insanlık dışı” davranışlar olduğunu sanıyoruz. Ben de diyorum ki hayır! Hepsi insanlık işte, abartıyoruz. İdeal başka, gerçek başka. İdeale ulaşmak için çabalarken, gerçekliği sürekli kötüleyip kendimizi olumlamak, bizi aynı yere çekmekten başka bir şey yapmıyor. 
Beğenmediğiniz, hor gördüğünüz, insanlık dışı davranan bütün insanlar için de şu an evde misiniz?
Bilemiyorum… 
Neden evde olduğunuzu, neden bu kadar çok elinizi yıkamaya başladığınızı bence tekrar gözden geçirip, başka tarafta olduğunu düşündüğünüz insanlara ona göre sallayın bence. Belki aradaki fark sandığımızdan daha azdır ya da aslında aynı taraftayızdır. Ama ağıza güzel oturuyor. Cahiller!
Adını Vermek İstemeyen İzleyici



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten