Ana içeriğe atla

Ölüm ve Duygu Pornografisi II (İsmail Şen)


Bir yıl önceki yazının ikincisini yazmaya gerek var mıydı bilmiyorum ama geçen yıl yapılan Uğur Mumcu anmasındaki sakillik, bu sene de tekrarlanınca ‘’Ölüm ve Duygu Pornografisi II’’ başlıklı yazı kaçınılmaz oldu. Çağdaş, laik, Atatürkçü ve Cumhuriyetçi bildiğimiz arkadaşların düzenlediği anma organizasyonunun pespayeliğine duyarsız kalamadım. 

Geçen yılki yazının bir bölümünü aynen aktarıyorum;

24 Ocak’ta Bandırma’da düzenlenen Uğur Mumcu anmasının yapılacağı salonun önüne koyulan temsili kanlı otomobil kapısı, lastiği, plakası akla, vicdana, ilerlemeye önem veren her insanı rahatsız etmesi gerekiyor. Aynı kanlı otomobil kapısı önceki anmalarda sahnenin içerisindeyken bu kez dışarı çıkmış. Çarmıhtaki İsa gibi dini sembol haline gelmeye başlaması beni rahatsız ettiğinden salona girmeye gerek dahi duymadım. Bir çeşit çilecilik mantığı ile Uğur Mumcu gibi değerleri anmak faydasız bir tutum.
Nasıl ki kimilerine sinema dendiğinde öncelikle akıllarına patlamış mısır geliyorsa, sözde çağdaş, laik, Atatürkçü ve cumhuriyetçilere de Uğur Mumcu dendiğinde akıllarına parçalanmış kanlı otomobil geliyor sanırım. 

Eylemi gerçekleştirenlerin amacı da tam olarak bu değil mi zaten?

‘’Sorgulama, düşünme ve araştırmanın ardından toplumu aydınlatmanın sonucu budur.’’ diyerek, gözümüze sokmuyorlar mı o  kanlı otomobili?

Maalesef anma etkinliği adı altında o hurdayı gözümüze sokmaya devam ediyorlar. Önünde şuursuzca poz vererek fotoğraf çektirme derdine düşenleri de anlamakta zorluk çekiyorum. Aynı kitle, Mumcu’yu ölüme götüren süreci de es geçerek kendisinden bir alıntıyla, inançsız ve idraksiz bir anma cümlesiyle bir sonraki güne uyanıyor.

Uğur Mumcu’nun böyle bir kitlenin imgesi haline gelmesi rahatsız edici. Kendisinin de dediği gibi her şeyin bir sahtesi mevcut. Sahte dindar, sahte Atatürkçü, sahte demokrat, sahte laik, sahte vatansever, sahte gazeteci…

Adına yapılan birçok anma etkinliği de bahsetmiş olduğu bu sahteliklerden hallice. Maalesef matem havası kalıtsal bir lanete dönüşmüş, birbirini tekrar eden duygu sömürüsünden başka ellerinden bir şey de gelmiyor. Hiç kimse de demiyor ki: ''bırak salon etkinliklerini de Uğur Mumcu Vakfı Yayınları var. Oradan Rabıta, Sakıncalı Piyade, Tarikat-Siyaset-Ticaret, Liberal Çiftlik, Kürt Dosyası gibi daha nice eserlerini okuyalım da üç beş kişi toplanıp üzerine konuşalım...''

Varsa yoksa akılda kalan parçalanmış bir otomobil, acıklı bir şiir, iç dağlayan bir türkü ve kapanış…

Karanlığa alışmışız bir kere, ışık tutanı satırla kovalıyor, öldürüyor, ardından yas tutuyoruz. Uğur Mumcu'yu Uğur Mumcu yapan şeyin ne olduğunu dahi düşünmeden...

Gerçekten merak ediyorum. Uğur Mumcu’yu o dandik otomobil kaputu, lastiği ve plakasıyla daha kaç defa öldüreceksiniz?

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten