Gıda
Arzı ve Toplumsal Sınıf Yapısı
Değişimi yaratan, kırda bayırda dolaşıp kelebek peşinde
kosan adamı zincire bağlayan, insanin sürekli hazır gıdaya ulaşma isteği ve
mecburiyeti olmuş. Stoklama, biriktirme ve bunun bir adim ötesi açgözlülük toplumları
değiştirmeye başlamış. Yani kendi ayağımıza sıkmışız. Aç kalma korkumuz bizi
köleleştirmiş. Bu toplumsal yapıların, yani sınıfsal ayrışmaların ve
uzmanlaşmaların tetikleyicisi ise tarımın meydana getirdiği artı değer olmuş.
Bu bölümde gıda üretim tekniklerinin toplum yapılanını nasıl değiştirdiğine ve
bu gıda üretimi tekniklerin insan toplulukları arasında neden farklılık gösterdiğine
yakından bakacağız. Amacımız burada da birbirinden çok farklı sosyal dokular
sergileyen toplulukların aslında nasıl tek bir mekanizma tarafından şekillendirildiğini
göstermek. Bu yöntemle de sosyal olaylara mekanik bir neden sonuç ilişkisi penceresinden bakabilme yetisi edinmek.
Gıda arzı
ve toplumsal sınıfların gelişimi
Avcı toplayıcı
toplum
|
Çoban
toplum
|
Tarım
toplumu
-Aletli
tarıma başlanıyor
-Üretim
dışı sektörler doğuyor
-Şehirler
ortaya çıkıyor
-Aile
hala kurumsal olarak var olurken işlevlerinin bir kısmı devlet yapısına terk
ediliyor
-Sosyal
sınıflar ortaya çıkıyor
-Değişim
ekonomisi yerine para kullanmaya başlanıyor.
|
Nispeten
sınıfsız ve eşitlikçi avcı toplayıcı topluluklar ekonomik üretim süreçlerinin
yani gıdanın elde edilme şeklinin değişmesiyle çok sınıflı, baskıcı ve ataerkil
toplumlara dönüşmüş. Gene teknik bir akılla bakarsak durumu şöyle formüle
edebiliriz. Sürekli
erişilebilinir gıda ihtiyacı = tarım toplumu üretim tekniği = gıda arzın da artı
değer olması = toplumsal sınıflar.
Aç kalma
korkumuz yüzünden düşmüşüz bu yollara yani. Kazakistan da göçmen bir aileyle at
sürülerine bakmıştım az bir zaman. Orada göçer çobanların hayat tarzına yakından
bakabildim. Avcı toplayıcılara göre ataerkillik daha bir belirginleşirken, kadının
yeri üretim sürecinin bir parçası olması dolayısıyla hala güçlüydü. Ama insanin
şiddeti üretim sürecinin bir parçası olarak kullanması, bu göçer çobanlarda
başlasa gerek. Kazak adamların atlara davranışını görünce bu konudaki hislerim pekişti.
Atları nasıl terbiye ediyorlarsa, çocuklarını da öyle eğitiyor, kadınlarına da
sert davranıyorlardı. Güneydoğu Asya’da, doğa ve iklim koşullarından dolayı hiç
hayvancılık yapmamış toplumlarda, şiddet ve korkunun bir araç olarak kullanımını
çok daha az gözlemledim. Bu toplumlara bakarken anladığımız temel olgu üretim
süreçlerinin toplumsal yapıyı nasıl derinden etkilediğidir.
Burada
denklemi yani bizim elektrik devremizi biraz daha detaylandırmanın zamanı geldi
kanımca. Hep savuna geldiğimiz gibi toplumları şekillendiren asıl öge üretim
süreçleri ola gelmiştir dedik. Gözümüzün önündeki semboller ve ritüellerin altında
toplumlara asıl şekil veren onların karınlarını nasıl doyurduğu ola gelmiş.
Tekrar kola şişesinin düştüğü avcı toplayıcı kabileyi düşünelim ve ılıman bölge
toplumlarını kuzeyli hemcinsleriyle karşılaştıralım. Tropikal bölgeler de ya da
ılıman yerlerde insanlar avcı toplayıcı olarak daha rahat edebilmişler ve
diyetleri de sosyal yapıları da önceden belirttiğimiz gibi bundan etkilenmiş.
Eşitlikçi bir sosyal yapı ve bitkisel ağırlıklı beslenme çevrenin ve üretim
sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış.
Kuzeye gidildikçe,
armut piş ağzıma düş tarzı ılıman yerler yerine insanlar çetin iklim şartlarında
yasamaya başlamışlar. Gıda arzı ve gıdanın turu mevsimsel olarak büyük değişiklikler
göstermeye başlamış. Tüketilen günlük kalorinin çoğu et kaynaklı proteinden
elde edilir olmuş. Gıda arzındaki dalgalanmanın sonuçlarını bir örnekle pekiştirelim.
Her şeyin
dâhil olduğu bir otele gittiğinizde hevesiniz geçene kadar tıka basa yersiniz
ilk günleri. Ama yiyeceğin sınırsız ve devamlı servis edilmesi sizin öğün başına
aldığınız kaloriyi düşürür. Gün boyunca hiç ara servis olmasaydı çoğu insan bir
sonraki öğüne kadar acıkmamak için öğün başına daha çok kalori tüketirdi. Hatta
kahvaltıdan odanıza elinizde bir kruvasan ya da bir muz la dönerdiniz ya
acıkırsam diye. Oruç tuttuğumuz günlerdeki öğün başına kalori alımını diğer
aylardaki öğünlerle karşılaştırabilirsiniz. Başka bir deyişle insanlar kuzeye göçtükçe
7/24 açık büfeli bir otelden yalnızca kahvaltı ve yatak tarzı bir pansiyona
geçmişler. İnsanlar stoklama ihtiyacını gıda arzı dengesizlik göstermeye
başlayınca hissetmişler. Demek ki insanları üretim sürecini değiştirmeye yani avcı
toplayıcıdan göçer çoban ve tarım toplumuna dönüşmeye iten ilk sebep gıda arzının
istikrarlı olmayışıymış.
Ilıman
bölgelerin avcı toplayıcıları ile kuzeyin avcı toplayıcıları arasındaki temel farkları
yaratan, gıdanın sağlandığı dış çevre olmuş. Bu durumu günümüzden pratik bir örnekle
irdelemeye çalışalım. İki eş üretim sürecine sahip şirketlerden birinin ham-maddesini kolayca elde edebildiğini diğerinin de daha zor koşullarda bu ham-maddeye ulaşabileceğini düşünelim. Ham-madde yani kaynak diyelim petrol olsun
burada. Suudi Arabistan da yüzeye çok yakin kuyulardan kolayca kaynak sağlayan
bir şirketle Kanada da ki kumdan ya da açık denizden petrol çıkaran bir şirketi karşılaştırın. Kaynağın sağlanmasındaki zorluk bir sure sonra iki şirketi tamamen
birbirinden farklı Şirketlere dönüştürecektir. Kaynağı zor elde eden şirket
hayatta kalabilmek için üretim teknolojisini yenileyip geliştirmek zorunda
kalacaktır. Petrol kaynağı bol olan Arap ülkeleriyle petrol kaynağı kıt olan diğer
toplumları karşılaştırın. Ev yalıtımından, araçların silindir hacimlerine kadar
Avrupalıların birim enerjiden çok daha fazla fayda elde etmeye yöneldiğini gözlemleyeceksiniz.
Simdi
ayni örneği gene verelim. Kaynak insan olsun. Ayni üretim süreçlerine sahip iki
şirket olsun gene. Biri insan gücünün ucuz olduğu Hindistan’da diğeri insan gücünün
pahalı olduğu Hollanda’da olsun. Hollandalı şirket hayatta kalabilmek için kısa
bir surede kendini tamamen yenilemek zorunda kalacaktır. İnsan gücünü ucuz şirket
başına olan geliri sabit tutarsak, insan gücünün ucuz olduğu ülke şirketi
verimsiz birçok kişiyle doldurulurken, emeğin pahalı olduğu şirket ayni gelirle
hayatta kalabilmek için makineleşerek ve birim emek başına verimi
arttıracaktır.
Kuzeye gidildikçe
değişen cevre şartları günlük kalorinin hem yapısını, yani bitkisel ve
hayvansal kaynağını hem de miktarını değiştirmiş. Bir gün çok bezen de hiç
yok. Buna ilk tepki greve gitmek olmamış tabi ki. Kuzeyliler evrimsel
seçicilikle daha çok yağ hücresine sahip olmuşlar. Eğer bu mutasyon isi biraz
daha ileri gidip şans eseri içimizden birileri ayılar gibi kış uykusuna yatacak
bir mutasyon geçirseydi insanlık tarihi tamamen farklı olacaktı. Şanslıyız ki
atalarımız çok az bir fiziki değişime uğramışlar kuzeye gittikçe değişen ve
zorlaşan doğa koşullarında hayatta kalabilmek için tek seçenekleri bu değişen şartlara
uygun gıda arzını sağlamak olmuş. İkinci sorunları da gıdanın niteliğinin yanında
sürekliliğinin de değişmesi olmuş. Bu sorunu da stoklama yoluyla çözmüşler. Stoklamanın
ilk yöntemi hayvancılık ve sonraki aşaması da tarım olmuş.
Bazı
kuzey toplulukları hayvan sürülerini takip ederek yaşamaya başlamışlar. Çoğu otobur
hayvan çok lifli bitkileri enerjiye ve proteine dönüştürebilecek bir sindirim
sistemine sahiptir. Bu hayvan ırkları insanlar için bir enerji çevirici ve depolayıcı
unsur işlevini görmüş. Sibirya'nın geyik insanları ve Kuzey Amerika yerlileri
buna örnek verilebilinir. Önceleri bu birliktelik kurt la kurdun avladığı suru ilişkisi
gibi bir takip ve kovalamaca iken sonraları evcilleştirme süreciyle ilk göçer çoban
toplumları ortaya çıkmış.
Sert
iklim koşullarında hayatta kalabilen bu kuzey toplumları güneylilere oranla hem
fiziki hem de kültürel olarak farklı evrimleşmiştir. Asya'da, Singapur'dan Japonya’ya
doğru seyahate çıktığınızı düşünün. Tropiklerden uzaklaşıp iklimin dört mevsime
döndüğü ve yiyecek bulmanın daha zor olduğu kuzey bölgelerinde, insanların kültürel
ve fiziksel olarak nasıl değişimler gösterdiğini gözlemleyebilirsiniz.
Avrupa'da ispanyadan İskandinavya’ya yapılan bir yolculuk, bu küçük kıtada bile
insanların ne kadar çarpıcı fiziki ve kültürel farklılıklara sahip olduğunu gösterir.
Güneydoğu
Asya’da yarım burunluluk yani burun deliklerinin önden görülmesi durumu sıkça rastlanır
iken kisin zor geçtiği kuzey bölgelerinde uzun ve sivri burunlu-dur insanlar. Kışların
çetin olduğu kuzey bölgelerinde uzun burun bir nevi ısıtıcı görevi görür
solunan soğuk hava için. Ten renginin kuzeye gidildikçe daha da açılması buna başka
bir örnek. Afrika’da beyaz ten bir külfet iken kuzeyde vitamin D alımını arttırdığı
için bir avantaja dönüşmüş. Görüldüğü gibi yalnızca sosyal yapımız değil gözümüzün
rengi bile nedensel bir ilişki içinde oluşmuş.
Değişen
yalnızca fiziki yapıda değildir, dört mevsimin yaşandığı ve özellikle kışın zor
olduğu bölgelerde yasayan insanlar barınma ve avlanma konularında daha iyi
olmak zorundaydılar. Av araçları avın niteliğine göre gelişirken avın avlanması
onların sosyal yapılarını da derinden etkilemiş. Bu kuzey toplumlarının daha
ataerkil ve disiplinli yapılarını yakin tarihimizden de biliyoruz. Türkler,
Japonlar, Moğollar, Vikingler ve sonradan kuzey bati Avrupalılar ustun
teknoloji ve militarist kültürleriyle karşılarına çıkan her orduyu yenmesini bilmişlerdir.
Yani kuzey Afrika'daki bir iki istisna hariç Afrika’dan hiçbir akıncı milletin
kuzeyi istila etmemesi tesadüf değil.
Bu dizinin
diğer bölümlerinde de olduğu gibi, insan toplumuna yalın bir mühendis gözüyle
bakmaya çalıştık. İçinden yazılımı çıkmış bir makine hurda niyetine gider.
İnsan da akli alınırsa bir maymundur sonuçta. Bizim maymunsallığımızı,
yani fizyolojik olarak yiyen içen dışkılayan bedenimizi kabullenmemiz lazım bu analizleri
yapabilmemiz için. İneceksin fildişi tahtından ey insan görmek için kendini.
Kendimize bir maymun sürüsüne bakar gibi bakabilmeliyiz. Fizyolojik varlığımız dışındaki
her şey ama her şey çevresel etkilere verdiğimiz tepkiler sonucu gelişmiş bir yazılımdan
başka bir şey değil. Bir Fransız’ın tuvaletiyle bir Afganlının tuvaleti
birbirinden çok farklı olabilir. Biri bir deliğe, bir diğeri mermere başka
biride çayıra çimene dışkılayabilir ama dışkılama eylemi hep aynidir. Temel
ihtiyaç eyleminin giderilmesini cevre evindirir zaman içinde. Ekonomik süreç
için gerekli sosyal yapılardan bazıları zamanla geçerliliğini yitirirse de varlığını
sürdürür ve denklemi karmaşıklaştırır. Her karmaşık devreyi basit parçalara
bölerseniz sonuçta bu karmaşık görünümlü olguların altında hep ayni basit
sebeplerin yattığını bulursunuz.
Bu yüzden
teknik adamlık her turlu sosyal olayın analizinde vazgeçilmez bir yaklaşım
tarzıdır. Hayatımda hiçbir zaman ariza yapan devreye, motora ya da bilgisayara
derin bir nefret duyan mühendis görmedim. Kendini makineyle özdeşleştirmez. Aygıtın
kusuru ya da artışı mühendisin bir parçası değildir çünkü. Ama insan bilimciler
bir türlü kendilerini kendilerinden soyutlayamaz ve bir şekilde kendi
kimliklerini analizlerinin parçası haline getiriverirler.
Bu
yazılarda böyle Afrika'dan Orta Asya’ya ilkel toplumları konuşup onların
ritüelleri’nin altındaki temel sebebi göstermemizin sebebi olayın tamamen
duygusal olduğunu anlatmak. Yani her sosyal değişimin altında ekonomik bir süreç
yatıyor. Bunu analiz edebilirsek her şeyi analiz edebiliriz. Bu yazının amacı
da size balık vermek değil tutmayı öğretmek.
Sonraki
yazıda gıda arzının nasıl bir sistem içinde pay edildiğini ve birbirinden çok
uzakta iki kuzeyli toplumun sosyal yapılarına bakacağız.
Yorumlar
Yorum Gönder