Ana içeriğe atla

Gıda Arzı ve Toplumsal Sınıf Yapısı (Ahmet Atak)

Gıda Arzı ve Toplumsal Sınıf Yapısı

Değişimi yaratan, kırda bayırda dolaşıp  kelebek peşinde kosan adamı zincire bağlayan, insanin sürekli hazır gıdaya ulaşma isteği ve mecburiyeti olmuş. Stoklama, biriktirme ve bunun bir adim ötesi açgözlülük toplumları değiştirmeye başlamış. Yani kendi ayağımıza sıkmışız. Aç kalma korkumuz bizi köleleştirmiş. Bu toplumsal yapıların, yani sınıfsal ayrışmaların ve  uzmanlaşmaların tetikleyicisi ise tarımın meydana getirdiği artı değer olmuş. Bu bölümde gıda üretim tekniklerinin toplum yapılanını nasıl değiştirdiğine ve bu gıda üretimi tekniklerin insan toplulukları arasında neden farklılık gösterdiğine yakından bakacağız. Amacımız burada da birbirinden çok farklı sosyal dokular sergileyen toplulukların aslında nasıl tek bir mekanizma tarafından şekillendirildiğini göstermek. Bu yöntemle de sosyal olaylara mekanik bir neden sonuç ilişkisi penceresinden bakabilme yetisi edinmek.

Gıda arzı ve toplumsal sınıfların gelişimi
Avcı toplayıcı toplum
  • Küçük göçer gruplar
  • Az şahsi mal
  • Tek kurumsal yapı aile
  • İş bolüme cinsiyete ve yaşa göre yapılıyor
  • Erkek ve kadın üyelerin rolleri eşit



Çoban toplum
  • Evcil hayvanlara bakarak yaşıyorlar
  • Göçmenlik azalıyor
  • Sosyal eşitsizlikler artıyor
  • Kadın erkek arasında statü farkı oluşuyor
Tarım toplumu
-Aletli tarıma başlanıyor
-Üretim dışı sektörler doğuyor
-Şehirler ortaya çıkıyor
-Aile hala kurumsal olarak var olurken işlevlerinin bir kısmı devlet yapısına terk ediliyor
-Sosyal sınıflar ortaya çıkıyor
-Değişim ekonomisi yerine para kullanmaya başlanıyor.

Nispeten sınıfsız ve eşitlikçi avcı toplayıcı topluluklar ekonomik üretim süreçlerinin yani gıdanın elde edilme şeklinin değişmesiyle çok sınıflı, baskıcı ve ataerkil toplumlara dönüşmüş. Gene teknik bir akılla bakarsak durumu şöyle formüle edebiliriz. Sürekli erişilebilinir gıda ihtiyacı = tarım toplumu üretim tekniği = gıda arzın da artı değer olması = toplumsal sınıflar.

Aç kalma korkumuz yüzünden düşmüşüz bu yollara yani. Kazakistan da göçmen bir aileyle at sürülerine bakmıştım az bir zaman. Orada göçer çobanların hayat tarzına yakından bakabildim. Avcı toplayıcılara göre ataerkillik daha bir belirginleşirken, kadının yeri üretim sürecinin bir parçası olması dolayısıyla hala güçlüydü. Ama insanin şiddeti üretim sürecinin bir parçası olarak kullanması, bu göçer çobanlarda başlasa gerek. Kazak adamların atlara davranışını görünce bu konudaki hislerim pekişti. Atları nasıl terbiye ediyorlarsa, çocuklarını da öyle eğitiyor, kadınlarına da sert davranıyorlardı. Güneydoğu Asya’da, doğa ve iklim koşullarından dolayı hiç hayvancılık yapmamış toplumlarda, şiddet ve korkunun bir araç olarak kullanımını çok  daha az gözlemledim. Bu toplumlara bakarken anladığımız temel olgu üretim süreçlerinin toplumsal yapıyı nasıl derinden etkilediğidir.

Burada denklemi yani bizim elektrik devremizi biraz daha detaylandırmanın zamanı geldi kanımca. Hep savuna geldiğimiz gibi toplumları şekillendiren asıl öge üretim süreçleri ola gelmiştir dedik. Gözümüzün önündeki semboller ve ritüellerin altında toplumlara asıl şekil veren onların karınlarını nasıl doyurduğu ola gelmiş. Tekrar kola şişesinin düştüğü avcı toplayıcı kabileyi düşünelim ve ılıman bölge toplumlarını kuzeyli hemcinsleriyle karşılaştıralım. Tropikal bölgeler de ya da ılıman yerlerde insanlar avcı toplayıcı olarak daha rahat edebilmişler ve diyetleri de sosyal yapıları da önceden belirttiğimiz gibi bundan etkilenmiş. Eşitlikçi bir sosyal yapı ve bitkisel ağırlıklı beslenme çevrenin ve üretim sürecinin bir sonucu olarak ortaya çıkmış.

Kuzeye gidildikçe, armut piş ağzıma düş tarzı ılıman yerler yerine insanlar çetin iklim şartlarında yasamaya başlamışlar.  Gıda arzı ve gıdanın turu mevsimsel olarak büyük değişiklikler göstermeye başlamış. Tüketilen günlük kalorinin çoğu et kaynaklı proteinden elde edilir olmuş. Gıda arzındaki dalgalanmanın sonuçlarını bir örnekle pekiştirelim.

Her şeyin dâhil olduğu bir otele gittiğinizde hevesiniz geçene kadar tıka basa yersiniz ilk günleri. Ama yiyeceğin sınırsız ve devamlı servis edilmesi sizin öğün başına aldığınız kaloriyi düşürür. Gün boyunca hiç ara servis olmasaydı çoğu insan bir sonraki öğüne kadar acıkmamak için öğün başına daha çok kalori tüketirdi. Hatta kahvaltıdan odanıza elinizde bir kruvasan ya da bir muz la dönerdiniz ya acıkırsam diye. Oruç tuttuğumuz günlerdeki öğün başına kalori alımını diğer aylardaki öğünlerle karşılaştırabilirsiniz. Başka bir deyişle insanlar kuzeye göçtükçe 7/24 açık büfeli bir otelden yalnızca kahvaltı ve yatak tarzı bir pansiyona geçmişler. İnsanlar stoklama ihtiyacını gıda arzı dengesizlik göstermeye başlayınca hissetmişler. Demek ki insanları üretim sürecini değiştirmeye yani avcı toplayıcıdan göçer çoban ve tarım toplumuna dönüşmeye iten ilk sebep gıda arzının istikrarlı olmayışıymış.

Ilıman bölgelerin avcı toplayıcıları ile kuzeyin avcı toplayıcıları arasındaki temel farkları yaratan, gıdanın sağlandığı dış çevre olmuş. Bu durumu günümüzden pratik bir örnekle irdelemeye çalışalım. İki eş üretim sürecine sahip şirketlerden  birinin ham-maddesini kolayca elde edebildiğini diğerinin de daha zor koşullarda bu ham-maddeye ulaşabileceğini düşünelim. Ham-madde yani kaynak diyelim petrol olsun burada. Suudi Arabistan da yüzeye çok yakin kuyulardan kolayca kaynak sağlayan bir şirketle Kanada da ki kumdan ya da açık denizden petrol çıkaran bir şirketi karşılaştırın. Kaynağın sağlanmasındaki zorluk bir sure sonra iki şirketi tamamen birbirinden farklı Şirketlere dönüştürecektir. Kaynağı zor elde eden şirket hayatta kalabilmek için üretim teknolojisini yenileyip geliştirmek zorunda kalacaktır. Petrol kaynağı bol olan Arap ülkeleriyle petrol kaynağı kıt olan diğer toplumları karşılaştırın. Ev yalıtımından, araçların silindir hacimlerine kadar Avrupalıların birim enerjiden çok daha fazla fayda elde etmeye yöneldiğini gözlemleyeceksiniz.

Simdi ayni örneği gene verelim. Kaynak insan olsun. Ayni üretim süreçlerine sahip iki şirket olsun gene. Biri insan gücünün ucuz olduğu Hindistan’da diğeri insan gücünün pahalı olduğu Hollanda’da olsun. Hollandalı şirket hayatta kalabilmek için kısa bir surede kendini tamamen yenilemek zorunda kalacaktır. İnsan gücünü ucuz şirket başına olan geliri sabit tutarsak, insan gücünün ucuz olduğu ülke şirketi verimsiz birçok kişiyle doldurulurken, emeğin pahalı olduğu şirket ayni gelirle hayatta kalabilmek için makineleşerek ve birim emek başına verimi arttıracaktır.

Kuzeye gidildikçe değişen cevre şartları günlük kalorinin hem yapısını, yani bitkisel ve hayvansal kaynağını hem de miktarını değiştirmiş.  Bir gün çok bezen de hiç yok. Buna ilk tepki greve gitmek olmamış tabi ki. Kuzeyliler evrimsel seçicilikle daha çok yağ hücresine sahip olmuşlar. Eğer bu mutasyon isi biraz daha ileri gidip şans eseri içimizden birileri ayılar gibi kış uykusuna yatacak bir mutasyon geçirseydi insanlık tarihi tamamen farklı olacaktı. Şanslıyız ki atalarımız çok az bir fiziki değişime uğramışlar kuzeye gittikçe değişen ve zorlaşan doğa koşullarında hayatta kalabilmek için tek seçenekleri bu değişen şartlara uygun gıda arzını sağlamak olmuş. İkinci sorunları da gıdanın niteliğinin yanında sürekliliğinin de değişmesi olmuş. Bu sorunu da stoklama yoluyla çözmüşler. Stoklamanın ilk yöntemi hayvancılık ve sonraki aşaması da tarım olmuş.

Bazı kuzey toplulukları hayvan sürülerini takip ederek yaşamaya başlamışlar. Çoğu otobur hayvan çok lifli bitkileri enerjiye ve proteine dönüştürebilecek bir sindirim sistemine sahiptir. Bu hayvan ırkları insanlar için bir enerji çevirici ve depolayıcı unsur işlevini görmüş. Sibirya'nın geyik insanları ve Kuzey Amerika yerlileri buna örnek verilebilinir. Önceleri bu birliktelik kurt la kurdun avladığı suru ilişkisi gibi bir takip ve kovalamaca iken sonraları evcilleştirme süreciyle ilk göçer çoban toplumları ortaya çıkmış.  

Sert iklim koşullarında hayatta kalabilen bu kuzey toplumları güneylilere oranla hem fiziki hem de kültürel olarak farklı evrimleşmiştir. Asya'da, Singapur'dan Japonya’ya doğru seyahate çıktığınızı düşünün. Tropiklerden uzaklaşıp iklimin dört mevsime döndüğü ve yiyecek bulmanın daha zor olduğu kuzey bölgelerinde, insanların kültürel ve fiziksel olarak nasıl değişimler gösterdiğini gözlemleyebilirsiniz. Avrupa'da ispanyadan İskandinavya’ya yapılan bir yolculuk, bu küçük kıtada bile insanların ne kadar çarpıcı fiziki ve kültürel farklılıklara sahip olduğunu gösterir.

Güneydoğu Asya’da yarım burunluluk yani burun deliklerinin önden görülmesi durumu sıkça rastlanır iken kisin zor geçtiği kuzey bölgelerinde uzun ve sivri burunlu-dur insanlar. Kışların çetin olduğu kuzey bölgelerinde uzun burun bir nevi ısıtıcı görevi görür solunan soğuk hava için. Ten renginin kuzeye gidildikçe daha da açılması buna başka bir örnek. Afrika’da beyaz ten bir külfet iken kuzeyde vitamin D alımını arttırdığı için bir avantaja dönüşmüş. Görüldüğü gibi yalnızca sosyal yapımız değil gözümüzün rengi bile nedensel bir ilişki içinde oluşmuş.  

Değişen yalnızca fiziki yapıda değildir, dört mevsimin yaşandığı ve özellikle kışın zor olduğu bölgelerde yasayan insanlar barınma ve avlanma konularında daha iyi olmak zorundaydılar. Av araçları avın niteliğine göre gelişirken avın avlanması onların sosyal yapılarını da derinden etkilemiş. Bu kuzey toplumlarının daha ataerkil ve disiplinli yapılarını yakin tarihimizden de biliyoruz. Türkler, Japonlar, Moğollar, Vikingler ve sonradan kuzey bati Avrupalılar ustun teknoloji ve militarist kültürleriyle karşılarına çıkan her orduyu yenmesini bilmişlerdir. Yani kuzey Afrika'daki bir iki istisna hariç Afrika’dan hiçbir akıncı milletin kuzeyi istila etmemesi tesadüf değil.

Bu dizinin diğer bölümlerinde de olduğu gibi, insan toplumuna yalın bir mühendis gözüyle bakmaya çalıştık. İçinden yazılımı çıkmış bir makine hurda niyetine gider. İnsan da akli alınırsa bir maymundur sonuçta. Bizim  maymunsallığımızı, yani fizyolojik olarak yiyen içen dışkılayan bedenimizi kabullenmemiz lazım bu analizleri yapabilmemiz için. İneceksin fildişi tahtından ey insan görmek için kendini. Kendimize bir maymun sürüsüne bakar gibi bakabilmeliyiz. Fizyolojik varlığımız dışındaki her şey ama her şey çevresel etkilere verdiğimiz tepkiler sonucu gelişmiş bir yazılımdan başka bir şey değil. Bir Fransız’ın tuvaletiyle bir Afganlının tuvaleti birbirinden çok farklı olabilir. Biri bir deliğe, bir diğeri mermere başka biride çayıra çimene dışkılayabilir ama dışkılama eylemi hep aynidir. Temel ihtiyaç eyleminin giderilmesini cevre evindirir zaman içinde. Ekonomik süreç için gerekli sosyal yapılardan bazıları zamanla geçerliliğini yitirirse de varlığını sürdürür ve denklemi karmaşıklaştırır. Her karmaşık devreyi basit parçalara bölerseniz sonuçta bu karmaşık görünümlü olguların altında hep ayni basit sebeplerin yattığını bulursunuz.

Bu yüzden teknik adamlık her turlu sosyal olayın analizinde vazgeçilmez bir yaklaşım tarzıdır. Hayatımda hiçbir zaman ariza yapan devreye, motora ya da bilgisayara derin bir nefret duyan mühendis görmedim. Kendini makineyle özdeşleştirmez. Aygıtın kusuru ya da artışı mühendisin bir parçası değildir çünkü. Ama insan bilimciler bir türlü kendilerini kendilerinden soyutlayamaz ve bir şekilde kendi kimliklerini analizlerinin parçası haline getiriverirler.

Bu yazılarda böyle Afrika'dan Orta Asya’ya ilkel toplumları konuşup onların ritüelleri’nin altındaki temel sebebi göstermemizin sebebi olayın tamamen duygusal olduğunu anlatmak. Yani her sosyal değişimin altında ekonomik bir süreç yatıyor. Bunu analiz edebilirsek her şeyi analiz edebiliriz. Bu yazının amacı da size balık vermek değil tutmayı öğretmek.

Sonraki yazıda gıda arzının nasıl bir sistem içinde pay edildiğini ve birbirinden çok uzakta iki kuzeyli toplumun sosyal yapılarına bakacağız. 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten