Ana içeriğe atla

Semer Meselesi - Öykü (Samet Demiray)


Duyduğu çığlıkla aniden sıçradı. Rüya ile gerçek arasında ayrım yapmakta zorlanıyordu. Kan ter içinde kalmış, ay ışığının duvara yansıttığı pencere siluetini görünce ferahlamıştı. Tekrar yatmak için uzandığında, belli belirsiz bir ürperti kaplamıştı içini. Sımsıkı tuttuğu çomakla dövülmüş yeni basmalı yorganını omzuna çekip uykuya dalmıştı.

Seher vaktiydi. Bir çığlık daha göz bebeklerinin büyümesine neden olmuş, yattığı yataktan tavandaki tahtakurularının açtığı deliklere odaklanmıştı. Bir anlık sessizliğin ardından tekrar bir vaveyla daha duyup, fişek gibi yataktan fırlamıştı. Kapıyı açmaya çalıştığı sırada kapının kolu elinde kaldı. Belli belirsiz söverek sağ tarafında bulunan antika denilebilecek kadar eski, masif cevizden oyma masanın kenarına fırlattı. Hatice hala yatakta onu izlemekle yetinmiş, uyku sersemi olanlara bir anlam verememişti. Kapıyı açmaya yöneldiği sırada açamayacağını fark edip, fırlattığı kapı kolunu aramak için masanın altına eğildi. Kapının kolunu fevri bir hareketle alıp birden kalktığında, başını masaya vurdu. Bir küfür daha savururken nihayet kapıyı açtı. Koşar adımlarla odaya doğru ilerledi. Tam odaya girdiği sırada bayılan kızını güçlükle tutabilmişti. Hatice de odaya girdiğinde gözlerine inanamayarak dizlerine vururken bir yandan da dudaklarını sıkmış, kızının başucuna oturarak saçlarını düzeltirken gözyaşlarına boğulmuştu. Pencereden giren rüzgâr'ın soğukluğu sadece odaya değil, ziya ve Hatice'nin içine işlemişti. Ziya soğukkanlılığını elinden bırakmıyordu.

Patlama sesi, sabahın sessizliğinde hemen hemen her evden duyuldu. Ziya’nın evinin az ilerisinde ise nam-ı diğer zilli Cevriye oturuyordu. Kapıyı biri sertçe çalıyordu. Üzerinde kırmızı saten bir sabahlık vardı. Sabahlığı bağlamaya çalışırken ‘’ geldim geldim ‘’diye söylendikten sonra kapıyı açmıştı. kapıyı açtığında karşısında ayakta tir tir titreyen Fadime'yi görünce elini göğsüne koyarak;

- kız hayrola, bu ne telaş sabahın köründe?
- ayol sen duymadın mı patlama sesini?
- duymadım ayol! Ne patlaması?
- Ziyaların evin ordan geldiydi ses dedi; telaşlı telaşlı.
Bunu duyan Cevriye başını kapıdan çıkartıp, etraftaki kalabalığın, Ziyaların eve doğru yöneldiğini görünce şaşırdı. İçini bir kasvet aldı. Fadime'ye bakarak;
- kız ben sana demedim mi bu kızı götürmeyelim diye, dedi.
- ayol zorla mı götürdüm üstüme iyilik sağlık aa!
- kesin biri gördü kesin! Lakin kim? Dedi. Elinin tersini diğer avucuna vurarak…
- hem kötü mü yaptık Şekerim! Ömrü hayatında sayemde taverna gördü.
- mafolduk ayol mafolduk, ziyayı bilmeyon mu vurdu kesin kızı.
- ağzından yel alsın o senin hüsnükuruntun. Bi kere bu devirde kolay mı öyle adam öldürmek!
- Ziya delidir deli bilmeyon sen alamanyalardayken recep ilen tartıştıydı bu, bi tavuk için meydan dayağı atıverdiydi gözümün önünde zavallıya
 - tavuk yüzünden?
- ne sandıydın? Bahçeye girip bostanlarını delmiş diye candarmalık olduydular.
- neyse üzerime bir şeyler giyip geliyorum öğreniriz şimdi

Bu sırada sesleri duyan komşular belli belirsiz toplanıp, çınar ağacının dibinde renkli basmalı şalvarlarıyla çökmüş, fısır Fısır merakla neler olup bittiğini anlamaya çalışıyorlardı. Hava yavaş yavaş aydınlanmaya başlamıştı. Köy eşrafının hatırı sayılır ihtiyar kesimi, patikadan inerken, ziya'nın eve bakıp kendi aralarında konuşuyorlardı. Bu sırada Cevriye ve Fadime ağacın yanına doğru gelirken toplanan kalabalığın konuşmalarına kulak kesmiş fakat hala ne olduğunu bir türlü anlamamışlardı. Etraftaki kalabalığın duymalarından çekinerek, çınarın dibinde;

- kız Fadime sahiden ziya vurdu mu dersin?
- yandık yandık Cevriye kesin vurdu kesin! Dedi telâşe memuru gibi.
- yok yok bunlarda başka bir hal var. Baksana ses soluk çıkmaz oldu.
- başka ne olcek kız cevriye? Dedi, Cevriye'nin yeni aldığı pabuçlarında da gözü kalmış baştan aşağı süzerek biraz da kıskanmıştı.

Diğer kadınların da bir gözü Cevriye'nin üzerindeydi. Köy halkı Cevriye'nin Almanya'da geçirdiği günlerde annesine aldığı televizyon kimsenin dilinden düşmemişti. Liseye gittiği dönemlerde kıskançlıktan dolayı Ayşe'ye meydan dayağı attığı için o zamandan bu yana adı zilli Cevriye olmuş kendisi bir süre bu durumu hoş karşılamasa da bir süre sonra durumu kabullenmişti.
Hatice kızı için oldukça endişeleniyor bir yandan da ziya'nın getirdiği kolanyağ ile Zeynep’i ayıltmaya çalışıyorlardı. Bir süre sonra Zeynep ayıldı. Hatice saçlarını sıvazlayarak Zeynep’e;

- Zeynebim noldu kuzum sana? A kınalı kuzum benim. Dedi
- ... ( zeynep anlamsızca bakmış bir şey söylememişti. )
Ziya Hatice ile Zeynep’e bakarken yumruğunu sıkarak dudaklarını ısırdı. Kızına doğru bakarak şöyle dedi;
- Zeynep’im hekimi haber salayım gelsin mi? Diye sordu.
- buba möhüm deel tansiyonum düştü herhal, dedi ( annesini yüzüne bakarak)
- çağırsın baban a kuzum benim?
- biraz dinleneyim bişicim kalmaz dedi.
- hatce gız hatçe…
- ne var Ziya ne var?
- zırlamayı kes de sekiye otutturalım kızı!

Ziya'yı asıl sinirlendiren Hatice değil kızının düşüp bayıldığı sırada, pencereyi kapatırken gördüğü manzaraydı. Düşünceli, şaşkın ve bir o kadarda kızgındı. Böyle bir şeyi, yapacağı aklının ucuna gelmezdi. Kızına yardım ettikten sonra hışımla odadan çıkarak dış kapıya yöneldi. Sinirle dışarı çıktı. Potinlerini hızla ayağına geçirdi. Ziyaların eve yönelmiş, mahallenin ileri gelen kodoşları, ziya'nın bu sinirli halini görünce sus pus kesilmişti. Ceketini sırtına atarak, bahçenin çitlerinde yaslanmış olan latayı alıp yola fırladı. Adeta burnundan soluyor yokuşu hızla çıkıyordu. Bunu gören Fadime ve Cevriye'nin beti benzi atmıştı. Kapının sertçe vurulmasının ardından Zeynep;

- ana koş babamın elinden bi kaza çıkmadan yanına varalım, dedi.
- dur kuzum dur! Dedi. Neler olduğunu anlamayan Hatice kızına manasızca baktı.
- hadi ana kalk dedi. Ardından üzerine yeleğini alarak çıktılar
- bubaaaa! bubaa! Diye seslenmişti. Durumun ciddiyetini anlayan Hatice ise;
- bey! beeey! diye seslense de ziya yokuşu çoktan aşmıştı.
Zeynep ile kapının önüne çıkıp, pabuçlarını giydikten sonra Ziya’nın peşine takılmışlardı. Çınar altında konuşmalarını sürdüren zilli Cevriye saçlarını savurarak caka atmaya çalışırken;
- bak kız ben sana demedim mi? bunlarda başka bi hal var diye, dedi.
- valla senden korkulur gız, şeytana pabucu ters giydirirsin sen, demiş Zeynep’i gördüğünde yüreğine su serpilmişti. Merakları bir kat daha da artmış, olan biteni izlemekle yetinmişlerdi.

Fadime, zilli Cevriye’nin böbürlenmesine aldırmayıp, dağın eteğinde belli belirsiz sesleri gelen jandarmalara kulak kesmişti. bu sırada ziya saffetlerin eve gelmiş kalabalığa aldırmadan avazı çıktığı kadar;

- Saffeeet! saffeet! Diye bağırıyor ve ekliyordu.
-çık ulan hergele Çıkta sana günü göstereyim, dedi, adeta gözü dönmüş elindeki latayı savuruyordu.
Bunu duyan ev halkından saffet'in babası ve dedesi kapının önüne fırlamış bahçe çitinin ardından;
- ne var ulan! Ne bağırıyon dürzü, dedi.
- dürzü senin babandır ulan şerefsiz!
Saffet'in dedesi bastonunu havaya kaldırarak
- seni kör olmayasıca gevur seni!
- dinsiz imansız oğlun nerde deyom size? Diyerek

Üzerlerine yürüyen Ziya'yı köy halkı zar zor tutabilmişti. Kızı ve karısı Ziya'nın yanına gelmiş sakinleştirmeye çalışıyorlardı Ziyayı köy halkının engellemesini fırsat bilen saffet'in babası ve dedesi ise Ziya'nın üzerine yürümeye başlamıştı. Ziya okkalı bir tokattan son anda kurtulmuş daha da sinirlenmişti. Jandarmalar çok geçmeden geldi. Kalabalık birden dağıldı. Ziya, gelen jandarmalar ile birlikte biraz olsun sakinledi. Jandarmalar ziya'dan bilgi alıyorlardı. bu sırada askerler belli yerlere dağılarak bir taşkınlık daha olmaması için yerlerini alıyorlardı. Komutan çantasından çıkardığı dosyaya Ziya'nın anlattıklarını yazarak not aldıktan sonra olay yerine gitmişlerdi. Bu sırada Ziya'nın anlattıklarını bölerek;

- Saffetlerle bir hasımlığın var belli ki münakaşa ettiğinize göre? Diye sordu
- karşı komşu dün değil evvelki gün, bizim semeri almış eşşeğin sırtında gördüydüm, dedi. Yutkunmasına müsaade etmeden komutan sordu
- sonra…
- sonra geceleyin bende eşşeğin sırtından semeri söküp bizimkinin sırtına taktım
- ee senin olduğunu nerden biliyorsun?
- sarı püsküllüydü 20 yıllık baba yadigârı semeri tanımam mı?
- peki, gürültüyü duymadın mı?
- kızım duymuş ben dün çapaya gittiydim. Yorgunluktan kızın çığlına uyandım
- makinalı tüfekle vurulmuş dedi, yılların verdiği tecrübeye dayanarak.

Komutan elindeki telsiz ile karakola haber verdikten sonra yaverine dönerek saffet'i tevkif etmelerini emretti. Yaveri bir hışımla elindeki tüfeği sırtına asarak diğer komutana haber vermişti. Etrafa göz gezdirerek geliyordu. Olay yerine geldiğinde ziya ile komutanın konuşmalarını fırsat bilip bir sigara çıkartıp yakmıştı. Önünde alnından vurulmuş eşeği inceliyordu. Üzülerek etrafına bakınıyordu. Tebessüm etmesine neden olan şey tüm ağırlığını tarlaya teslim eden inek hiçbir şeyden habersiz önündeki samanı yiyor, ahırdan gelen beyaz küheylanın kişnemesi ona köyünün güzelliklerini anımsatıyordu. İç çekerken gözleri parlamıştı tezkeresine az kalmış derin bir nefes almıştı. Tam bu sırada saffeti tevkif etmek için giden birlik geri dönüyordu. Komutan tarafları anlaşmaları için ikna etmeye çalışmış fakat edememişti. Karakola gittiler. Ardından ifade almak için bir bir çağırıldılar. İfade sırası saffete gelmiş, komutan şöyle demişti;

- zararı karşılamayı kabul edersen senin için iyi olur
- neden vercekmişim vermiyom gari!
- yaptığın yasalara aykırı bunu biliyorsun!
- biliyom amma oda benim gevur inadımı bilmeyo! benle uğraşma dediydim ona!

İfadesini alırken komutanın yaveri karakolun girişindeki ifade odasında konuşmalarına şahit olmuştu. Kapının önünde pür dikkat dinliyordu. Bu sırada manalı manalı gülümseyip yanındaki arkadaşına bakarak şöyle demişti;

- eşşeğe altın semer vursalar eşşek yine eşşek
- ne mırıldanıyon Kasım
- yok bişey, yok bişey sen söyle bakalım şafak kaç?
- şafak karanlık be kasım 112 senin kaç?
- 18
- bitmiş gari ne kalmış şurda
- bitti ya çok şükür bitti…
Ailesini düşünmeye başlayan kasım, burnunda tüten köyünün kokusunu almış uzaklara, köyüne, evine, çocukluğuna dönüp gitmişti.

Yorumlar

  1. Bu gruptaki diğer hikayeyi de okumuşsunuzdur ortak bi nokta gördüm ona yazmadım umarım bu yorumu görür o kişi de. Hikayeye başlarken ikinizde çok damdan düşer gibi olay örgüsünün içinden başlıyorsunuz, bu başta bir duraksama yaratıyor bence okuyucuda ama devamında akıcı bir dil ve güzel bir hikaye geliyor başlangıçta buna dikkat etmelisiniz diye düşünüyorum. İkincisi sizin yazınıza özel nam-ı diğer kavramını kullanmışsınız ama bu kavram kullanılırken hata olmuş bu kavramı kullanırken önce bir isim kullanmalı ona istinaden nam-ı diğer demelisiniz. Hikayenizi keyifle okudum çalışmalarınızın devamını dilerim.
    İyi çalışmalar...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten