Ana içeriğe atla

Avcı Toplayıcılar (Ahmet Atak)

Tanrılar çıldırmış olmalı isimli film, eski bir komedi filmidir.  İnsanları hem güldürüyor, hem de modern toplumlarla avcı toplayıcı toplumların kültürleri arasındaki farkları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Konu Afrika'nın ıssız bir bölgesinde mutlu bir hayat yasayan avcı toplayıcı bir kabilede geçiyor. Günlerden bir gün uçaktan aşağıya atılan bir koka kola şişesi her şeyi altüst ediyor.

İlk basta çok yararlı ve kullanışlı bir aygıt olarak algılanıp kullanılıyor bu şişe. Fakat şişe tarzı başka hiçbir gereçleri olmadığından köyde kimin şişeyi kullanacağı bir tartışma konusu oluyor. Tekliğinden dolayı paylaşılamayan bu sise kavgalara sebep veriyor. Kabilenin lideri bu kötülük getiren nesneyi dünyanın sonundan atarak tanrılara iade etmek için yola çıkıyor. 

Filmde aslında üretim araçlarına sahip olma kavgası ve ekonomik üretim süreçlerine vurgu yapılıyor ki burada Marx'tan esinlenildiği çok açık. Dünyada hala özellikle amazonda çok az sayıda kalsa da bazı avcı toplayıcı toplumlar var. Yalnızca arkeoloji değil, bu toplumların antropologlar tarafından incelenmesi de bize eski toplumların sosyal yapılarınızı anlamamızda yardımcı oluyor.

İnsanlar avcı toplayıcı olarak yaşarlarken kölelik ender görülen bir olgudur dedik, mantıklı da. Adamın kaç böğürtlen, kök ya da tahıl topladığına mı bakacaktın omzunun üzerinden dağda bayırda. Süreçsel olarak bakıldığında, köleyi çalıştırmak epey bir külfetli olurdu. Zincir taksan geyiği kovalayamaz, elma toplatsan yüz tane elma ağacı yok ki bir tarlada başında durasın. Köle yapacağına adamı tutup yemek daha mantıklı, nitekim aklin yolu birdir, yamyamlık diye bir gerçeklik de var.

Bazı toplum bilimciler insanlığın bu dönemine romantik bir özlemle bakarlar. Toplumsal eşitlik, kadın erkek eşitliği, hatta bazı durumlarda kadının üstünlüğü, kendinden demokrasi gibi olguların atfedildiği, sınıfsız toplumlar var. Marks'ın ismi mağara duvarlarında yazılı mıydı bilmem ama birileri bu toplumlardan epey esinlenmiş gibi. 

Aslında yaşanılası bir toplum gibi geliyor kulağa. Patron yok, sabah erken işbaşı ya da gece vardiyası yok. Aslında çalışma saatleri bugünün işçileriyle karşılaştırıldığında çok daha azmış. Avcı toplayıcı toplum bireylerinin haftalık ortalama 12-19 saat çalıştıkları gözlemlenmiş. Kalorilerinin yüzde 60 ila 80 inini kadınlar bitkisel kaynaklardan toplarken, erkekler genelde tüketilen kalorinin yalnızca yüzde 32 sini avdan temin edebiliyorlarmış.  Kaba bir hesapla avcı toplayıcıların kalorilerinin yüzde 67 sini kadınlar bitkisel kaynaklardan temin ederken, erkekler yalnızca yüzde 33 ünü avcılıktan elde edilen et ile sağlayabiliyorlarmış. Kişisel mal edinme ve bir şeyleri sahiplenip biriktirme gibi bir olgu olmadığından, çok az çalışarak yaşayabiliyorlarmış.

Bu dönem insanlık tarihinde çok sevilesi olsa gerek ki, insanlık tarihinin en uzun dönemi olmuş. Tarım takriben günümüzden on bin yıl önce yaygınlaşmış. Yani insanlık tarihinin toplam gelişimi düşünülürse, dun bile değil. Tarım bulundu mertlik bozuldu demiyorum. Sonuçta teknik bir akılla bakıyoruz olaya. Size mağaraya geri dönelim kelebek böcek sevelim hikâyesini anlatmayacağım. Sınıfsız bir toplumda, doğanın bir parçası olarak kim yaşamak istemez. Bu gün bile modern toplumların birçok alt kültüründe avcı toplayıcı toplumlara olan özlem gözlenebilinir. Ne yazık ki insanlığın bir tür olarak birleşmesi ve ortak bir akılla, tek bir organizma gibi çalışabilmesi için ilerlemekten başka bir seçeneği yoktu. Ve aydınlığa giden bu yol, gül yaprağından çok dikenle bezenmişti.

Bu kadar laf kalabalığından sonra, birazda tornavida kafalı teknik bir adamın gözüyle bakalım olaylara şimdi. Bu toplumları yazı dizisinin giriş yazısındaki basit elektrik devresi gibi düşünün simdi. Lambanın yanması bizim görmediğimiz elektrik devresinin bir sonucu. Az çalışma saatleri, kadın erkek eşitliği gibi olgular bizim gördüğümüz kısmi devrenin ayni ampul gibi. Görmediğimiz kısmını açıp baktığımızda gene ekonomik bir süreç karsımıza çıkıyor. Yani toplumların ilk bakışta gözlemlenen özellikleri altta yatan üretim süreçleri tarafından şekillendiriliyor. Gözle görünen kadın erkek eşitliği aslında kadının tüketilen günlük kalorinin yüzde 67 sini sağlamasından kaynaklanıyor. Kadının ekonomik süreçten soyutlandığı tüm toplumlarda, nasıl ezildiğine bugün bile şahit oluyoruz.

Simdi buradan öğrendiğimiz tekniği günümüz dünyasında pratiğe dökelim.

Soru: Suudi Arabistan da kadınlar niye toplumsal hayattan soyutlanmıştır?

Cevap: Çünkü üretim sürecinin bir parçası değillerdir. Aslında cevap yarım oldu biraz. Dünyada kadını bir şekilde üretim sürecine dahil etmeyen ve küresel ekonominin bir parçası olan hiçbir ülke rekabet gücünü koruyamaz. Ama Suudilerin petrol gelirleri bu çarpık düzeni sürdürebilmelerine olanak sağlıyor. Bu petrol parası da nüfusun yarısını süreç dışına itebiliyor.

Kritik: Kölelerde bir üretim sürecinin parçasıdırlar ama hala köledirler.

Kritiğe cevap: başında da belirttiğimiz gibi sürecin niteliği insanları köleleştirebilir yada özgürleştirebilir. bunu gelecek bölümlerde irdelemeye devam edeceğiz.

Kısaca özetlersek, kola şişesi düşmediği surece tatil köyü gibi yerlermiş bu avcı toplayıcı toplumlar. Ne yazık ki şişeden beteri olmuş, yarmış kara bağrını toprağın insan. Kendi yarattığı bolluk ve bereketin kölesi olmuştur bu süreçte.

Bir sonraki yazıda tarım toplumlarına bakıp onları inceleyeceğiz...

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Rivayetler Kitabı/Kalbin Gölgesindeki Akıl (İsmail Sen)

Rivayetin sözlük anlamı; 1.        Söylenti 2.        Bir olay, bir haber veya sözü nakletme Hasan El-Basri’den rivayetle, Ebu Hureyre’den rivayetle, İbrahim el-Havvas’dan rivayetle, Selman’ı Farisi’den rivayetle, Cüneyd-i Bağdadi’den rivayetle... ''Kalplerin Keşfi''  Kitabının mantığı bu tip rivayetlerin derlenmesinden meydana gelmiş: ‘’Hasan der ki, Mücahit der ki’’ gibi…  İsmi ‘’Kalplerin Keşfi’’ olan bir kitaptan ne bekliyordum onda da emin değilim. Gazali ’nin okuduğum ilk kitabında, ( Tefekkür, Düşünmenin Fazileti)  yine kimi rivayetlere başvuruyorsa da en azından kendi düşüncesine ilişkin bir şeyler elde edebiliyordum. Bu kitapta aynı sonuca ulaşmak hayli güç… Gazali düşünmeyi/tefekkürü ‘’birinci makam ve ikinci makam’’ diye ayırıyordu. Kendisine göre tefekkürde en üst makam birinci makamdı şöyle diyordu: ‘’Kul, Allah’ın zatı, sıfatları ve isimlerinin manaları üzerinde düşünüp tefekküre dalmalıdır. Tefekkürün bu yönü yasaklanan ya da m

Nasıl Eğitiliyor ve Nasıl Seçiyoruz? (İsmail Sen)

Son günlerde sosyal medyada doğruluğu tartışma konusu olan şöyle bir paylaşım görüyorum; ‘’Japonya’da lise mezunu olmayan oy veremiyor. Japonya bu durumu şöyle açıklıyor kendi gelişimini tamamlayamamış bir birey, toplumu ve devleti ilgilendiren konularda söz ve hak sahibi olamaz.’’ Hoş ama bunu yapabilmek için öncelikle eğitimi nitelikli hale getirmemiz gerekiyor, lise ve üniversiteye dek çocuklarımızı nasıl eğitiyoruz?  Sorusunu kendimize yöneltmeliyiz. Ayrıca Japonya gibi bir ülkede politika, halkta ve yönetenlerde akıl işiyken, bizim halkımızdaki karşılığı gönül, yönetenlerdeki karşılığıysa çıkar odaklıdır. Politikacılarımız, aklın ve ahlakın değil, çıkar ve faydacılığın hüküm sürdüğü okulların mezunlarıdır. Ezberci, kısa yolcu eğitim anlayışımızın bireyleri ister lise mezunu olsun isterse de üniversite mezunu… Değişen hiçbir şey olmayacaktır. Eğitimli insanın kullanacağı oyun niteliği, eğitimsiz insanınkiyle farklılık göstermeyecektir. Ahlaki ve akli bir temeli olma