Bir öküz, ise koşulmuş bir öküz
üstelik…
Burada
öküz sen oluyorsun okurum. Hayatında bağlı olduğun boyunduruğu çekerken kat
ettiğini düşündüğün mesafede aynı nokta etrafında dönüp ilerlediğini
hissediyorsun. Ama bu hareket ve ilerleme hissi bir yanılsamadan ibaret. Çünkü bir mesafe
kat etsen de hiçbir yere gidemiyorsun. Sri Lanka’nın alçak yerlerinde
gezerken görmüştüm yandaki resimde görülene benzer bir aygıt. Zordur öküzlük,
doğanın senin için olan planı sahibinin elinde iğdiş edildikten sonra değişir.
Üvendire ile derin ve deşile deşile islersin boyunduruk altında, sonra tanesini
sahibin, sapını da sen yersin…
Darılmaca
yok, durum o kadarda kötü değil aslında, sonuçta yediğin önünde yemediğin
arkanda. Bütün gün altın tozundan oluşmuş bir kumsalda yürüyüp, fakirlikten
şikâyet etmek gibi bir şey olurdu bu durumdan rahatsız olmak. Yani durum farkına varmadığın surece fena
değil. Duruma göre değer de verilir öküze. Küçük bir çocukken köyde bizimde
öküzlerimiz vardı. Nohut harmanında öküzler düvene koşulmuştu. Epey bir nohut
tanesini bırakmıştı ki bizim öküzün dışkılayacağı tuttu. Ninem öküzün dışkılayacağını
sezinleyince fırladı ve iki eliyle öküzün dışkısını harmana düşmeden
tuttu. Bazen bizimde birileri dışkımızı
avuçlamak için fırlar yerinden zıpkın gibi hayatta, ama unutmayın, akşam harman
kalkınca öküzler dama, darı ambara girer. Zaten bu metni okuduğunuza göre bu boyunduruğun
farkına varmış, bir şeylerin aslında pek de doğru gitmediğini fark etmiş olmalısınız.
Yani sizler öküz üstü birer varlıksınız. Neyse, öküzlüğü kendine
yakıştıramayanlara bir seçeneğim daha var.
Oxford
ta küçük bir köyde kaldım bir aralar. Kara bir biraları var ilaç gibi. İçtikçe
içesi geliyor adamın. Gene bir gün uzun bir yürüyüşten sonra ısınmak için geçtim
ocağın başına, John amcanın getirdiği bardağı başıma dikince duvardaki mekanizmayı
gördüm. Newton'un elması gibi oldu yani. Kara bira sayesinde gözüme takılan düzeneğe
yaklaştım. soldaki resimde de görüyorsunuz bir benzerini. 1500’lü yıllarda başlamışlar
bu mekanizmaları yapmaya. Duvardaki tahta bir çarkın içine, zavallı
köpekçikleri koyup hiç durmadan koşturuyorlarmış. O koştukça makara ve dişliler
sayesinde bacalıkta etler dönerek nar gibi kızarıyormuş. Sırf bu işi yapsın diye özel bir köpek ırkı
bile yetiştirmişler. Zavallı köpekçikler hiç yiyemeyecekleri butları saatlerce büyük
bir iştah ve hevesle çevirip duruyorlarmış.
Tanıdık
geldi mi size bu davranış. Kraldan fazla kralcı sistem adamları cellât’ına âşık
olan kurban gibi, sistemin çarkını öyle bir heves ve hızla çeviriyoruz ki, boyunduruğa
koşulmak için birbirimizi çiğniyoruz. Artık seçim sizin, ya öküz olup dönüp
duracaksınız otun copun içinde, yada mis gibi et kokuları arasında koşup
duracaksınız kopekçikler gibi. Köle miyiz biz? Kendi seçimlerimizi kendimiz
yapıyoruz gibi sesler duyar gibiyim. Gerçekten seçimlerinizi sizler mi yapıyorsunuz?
Gerçekten özgür müsünüz?
Sizi
gelecek yazıda biraz gerilere götüreceğim ve isçi sınıfının toplumsal dönüşümüne
kısa bir bakış atacağız.
Özgürlüğe mahkum, özgürlük mahkumları gibiyiz.
YanıtlaSil