Ana içeriğe atla

İşe Koşulan Öküz (Ahmet Atak)

Bir öküz, ise koşulmuş bir öküz üstelik…

Burada öküz sen oluyorsun okurum. Hayatında bağlı olduğun boyunduruğu çekerken kat ettiğini düşündüğün mesafede aynı nokta etrafında dönüp ilerlediğini hissediyorsun. Ama bu hareket ve ilerleme hissi bir yanılsamadan ibaret. Çünkü bir mesafe kat etsen de  hiçbir yere gidemiyorsun. Sri Lanka’nın alçak yerlerinde gezerken görmüştüm yandaki resimde görülene benzer bir aygıt. Zordur öküzlük, doğanın senin için olan planı sahibinin elinde iğdiş edildikten sonra değişir. Üvendire ile derin ve deşile deşile islersin boyunduruk altında, sonra tanesini sahibin, sapını da sen yersin…

Darılmaca yok, durum o kadarda kötü değil aslında, sonuçta yediğin önünde yemediğin arkanda. Bütün gün altın tozundan oluşmuş bir kumsalda yürüyüp, fakirlikten şikâyet etmek gibi bir şey olurdu bu durumdan rahatsız olmak.  Yani durum farkına varmadığın surece fena değil. Duruma göre değer de verilir öküze. Küçük bir çocukken köyde bizimde öküzlerimiz vardı. Nohut harmanında öküzler düvene koşulmuştu. Epey bir nohut tanesini bırakmıştı ki bizim öküzün dışkılayacağı tuttu. Ninem öküzün dışkılayacağını sezinleyince fırladı ve iki eliyle öküzün dışkısını harmana düşmeden tuttu.  Bazen bizimde birileri dışkımızı avuçlamak için fırlar yerinden zıpkın gibi hayatta, ama unutmayın, akşam harman kalkınca öküzler dama, darı ambara girer. Zaten bu metni okuduğunuza göre bu boyunduruğun farkına varmış, bir şeylerin aslında pek de doğru gitmediğini fark etmiş olmalısınız. Yani sizler öküz üstü birer varlıksınız. Neyse, öküzlüğü kendine yakıştıramayanlara bir seçeneğim daha var.

Oxford ta küçük bir köyde kaldım bir aralar. Kara bir biraları var ilaç gibi. İçtikçe içesi geliyor adamın. Gene bir gün uzun bir yürüyüşten sonra ısınmak için geçtim ocağın başına, John amcanın getirdiği bardağı başıma dikince duvardaki mekanizmayı gördüm. Newton'un elması gibi oldu yani. Kara bira sayesinde gözüme takılan düzeneğe yaklaştım. soldaki resimde de görüyorsunuz bir benzerini. 1500’lü yıllarda başlamışlar bu mekanizmaları yapmaya. Duvardaki tahta bir çarkın içine, zavallı köpekçikleri koyup hiç durmadan koşturuyorlarmış. O koştukça makara ve dişliler sayesinde bacalıkta etler dönerek nar gibi kızarıyormuş.  Sırf bu işi yapsın diye özel bir köpek ırkı bile yetiştirmişler. Zavallı köpekçikler hiç yiyemeyecekleri butları saatlerce büyük bir iştah ve hevesle çevirip duruyorlarmış.

Tanıdık geldi mi size bu davranış. Kraldan fazla kralcı sistem adamları cellât’ına âşık olan kurban gibi, sistemin çarkını öyle bir heves ve hızla çeviriyoruz ki, boyunduruğa koşulmak için birbirimizi çiğniyoruz. Artık seçim sizin, ya öküz olup dönüp duracaksınız otun copun içinde, yada mis gibi et kokuları arasında koşup duracaksınız kopekçikler gibi. Köle miyiz biz? Kendi seçimlerimizi kendimiz yapıyoruz gibi sesler duyar gibiyim. Gerçekten seçimlerinizi sizler mi yapıyorsunuz? Gerçekten özgür müsünüz?

Sizi gelecek yazıda biraz gerilere götüreceğim ve isçi sınıfının toplumsal dönüşümüne kısa bir bakış atacağız.

Yorumlar

  1. Özgürlüğe mahkum, özgürlük mahkumları gibiyiz.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten