Ana içeriğe atla

İyi ve Kötü Üzerine I (İsmail Sen)

''İyi olan'' iyiliğini çabasına borçlu değildir. Çünkü ''iyilik'' çaba gerektirecek bir şey olmayıp plansızlıkla bitişiktir. Yani diyebiliriz ki plansız ve çıkarsız yapılan iyilik, saf bir iyinin işaretidir. Saf bir ‘’iyi’’ de her zaman suistimale açık, potansiyel bir budaladır ve hiç kimse ömrünün sonuna kadar duru bir iyilik timsali olarak kalamaz.

İyi olan kişi, eylemlerini sorgulamaya başlayıp da planlı hale getirdiğinde çıkara bitişik bir hale gelir. Kendisi için iyi olan bir eylem, bir başkası için kötü olabilir ama her insan kendi ben’inde iyidir. İnsanı insan kılan da zaten iyiliği ve kötülüğü tek bir vücutta toplaması değil midir?

En büyük suçlular bile eylemlerinin arkasından haklı gerekçeler göstermezler mi?

Mesela insana secde etmeyen şeytan kötülüğün sembolü olmuştur. Oysa şeytan, kendi ben’inde iyidir ve haklıdır. Kendi ben’ine olan tutkusundan sebeple insanı kaderine ortak eder. Çaba gerektirmeden yaşadığı cennette mutlu, saf ve itaatkâr olan insanın aklını çelerek yapar bunu. Artık insan, iyiliklerini planlamalı, adımlarını dikkatli atmalıdır. Çünkü varlığa geldiği anda dünyadaki tüm eylemlerini hesaplı atmakla zorunlu kılınmıştır artık. İnsan eylemleriyle bu dünyada cennet ve cehennemi yaratarak bilir öte dünyadakini…

Peygamberler varolur toplumları uçlardan alıkoymak için. Uçlarda olmanın toplumları felakete sürüklediği telkin edilir. Toplumun belli bir adet gelenek görenek gibi şeyleri, hangi eylemin ahlaklı hangi eylemin ahlaksız olduğunu belirler. Ahlaksız bir eylem kötüdür, ahlaklı bir eylem iyidir. İşte bu noktada peygamberler adet ve göreneklerde seçmeci davranır ve toplumların göreneklerinden bir kısmını söküp atarken bir kısmının devamını telkin eder. Bir adam peygambere gider ve ‘’hangi eylemi yapmam doğrudur?’’ der. Peygamber, toplumun gelenek ve göreneklerinden yararlanarak üzerine yeni bir yorum katıp bireyi ve toplumu iyi olduğuna kanaat getirdiği davranışa yönlendirir.

Oysa aynı soru bir filozofa sorulduğunda filozof, sorunun kapsamını genişleterek. ‘’Doğru Nedir?’’ sorusunu sorar. Peygamberler neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçerken filozof, yanlışın ve doğrunun ne olduğunu sorgulayarak iyi ve kötü hakkındaki inancımızın temellendirilmesini rasyonel bir zeminde sağlar. Nitekim filozof Sokrates de yaşadığı topluma ölçülülüğü telkin ederken akılsal çıkarımlarla, duygusal çıkarımların dışında gerçekleştirir eylemini. 

Peygamberler duygular, menkıbeler, ikili güven ekseninde ahlaki normlarını anlatır anlatmasına ama peygamberlerin ardından toplumları uçlara çeken, öte dünyadaki müphem cennet için dünyayı cehenneme çeviren softa büyük kafalarla karşılaşırız. Halbuki düşünmeli insan, dünyayı cehenneme çeviren softa öte dünyadaki cenneti ne hale getirir diye…

Öyle bir imanları var ki kötülük ve çıkar yüklü; Saraylar, huriler, gılmanlar, nefsinin her buyruğuna amade bir tanrı tasavvuruyla tutunur dinin ahlaki normlarına, imanını düşük zevkler ekseninde belirler ve rasyonel çıkarımlar yapanları düşman bellerler…

Tasavvufta, Araf’da ki bir kadından bahsedilir;

Bir elinde ateş diğer elinde su ile yürümektedir. ‘’Bu elindekiler ne içindir?’’ dediklerinde: ‘’su cehennem, ateş cennet içindir’’ diye yanıtlar kadın. Tıpkı Havva’nın özgürlük ve hakikati idrak etmek için Âdem’e bilgi ağacının meyvesini yedirmesi gibidir yapmak istediği eylem… 

Hikayenin ne denli rasyonel olduğu tartışılır ama, doğal olarak softa bir kafanın bu hikayede anlatılan eylemi kabul etmesi de beklenemez, çünkü cennet onun düşük zevklerinin meskenidir. Nitekim ilk günah da cennette işlenmiştir. Cennet, günahtan yalıtılmış değildir. İnsanı insan kılan'da tezatları içinde barındırmasıdır.


Dergi/Kitap Öneri
Doğu Batı - Düşünce Dergisi Sayı 4 Etik
İnsan ve Değerleri – Ioanna Kuçuradi
Tasavvuf Notları – Annemarie Schimmel

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten