Bundan
dört yıl evvel Abdülhamit Kahraman adındaki bir ilahiyatçı kardan adam
yapanlara tepkisini dile getiriyor ve kardan
adam yapmanın put yapmaya eşdeğer olduğunu belirtiyor. İmanı o denli zayıf
olacak ki kardan adamı Allah için bir tehlike olarak görüp, Allah'ın yerine kardan adamın geçebileceğini düşünüyor. Bu gibi akıl ve mantıktan yoksun beyanatlar
Türkiye’deki genel Müslüman profilini gösteriyor.
Bir
başka ilahiyatçı, din kültürü ahlak bilgisi öğretmeni Cemil Kılıç KONDA'nın
İslamilik anketini değerlendiriyor:
Cemil Kılıç |
Artık geçtik
dini ve felsefi konuları tartışmayı, insanlar artık durum tespiti yapmaktan
bile korkar hale geliyor. Cemil Kılıç yapmış olduğu yorumda sonuna kadar haklıdır. Kaldı ki bir başka İslamilik endeksinde ilk sıralarda Yeni Zelanda, Lüksemburg, İrlanda gibi
ülkeler yer alıyor. ‘’Bu ülkenin yüzde
bilmem kaçı Müslümandır’’ diyen şuursuz güruhun haberi var mıdır bilmem ama
Türkiye İslamilik endeksinde 103. Sırada yer alıyor.
Bu nasıl
oluyor?
Yeni
Zelanda, Lüksemburg, İrlanda gibi ülkeler toplumsal ilişkilere önem veriyor,
yurttaşlara eşit hak ve özgürlükler sağlıyor. Eğitimde, sağlıkta, çalışmak
isteyen herkese imkân sağlamakla ve iktisadi adaletle oluyor. Biz ise İslami
anlayışta kulun kula sormaması gereken ‘’oruçlu
musun? Namaz kılıyor musun? Başörtüsünü niye takmıyorsun?’’gibi abuk sorular sorduğumuz için 103. Sırada görülüyoruz. Toplumsal ilişkiler bir nevi
ibadettir ama yurdumuz sofuları bireyi ilgilendiren namaz, oruç, başörtüsü gibi
bireysel tercihlere takılıp kalmış, şeyhler ve dervişlerin eteklerinde keramet
arıyor. Adaletsizliklere, yolsuzluklara, çocuk ve kadın tacizlerine kör ve duygusuzlar.
Hâlbuki imanları, korktukları kardan adamın güneş görmesi gibi eriyip yok olacak
niteliktedir.
Cemil Sena Ongun |
Cemil
Sena Ongun’un ‘’Tanrı Anlayışı’’ kitabında dile getirdiği gibi;
‘’Olgun, yetkin ve uygar insanın
görevi, kimin dinli, kimin dinsiz ya da tanrılı veya tanrısız olduğunu
araştırmak değildir. Asıl dinsiz ve tanrısız olanlar, başkalarının düşün ve
inanç özgürlüğüne saldırmaktan hoşlananlardır. Her insanın kendine özgü bir iç âlemi
vardır ki, doğa hiç kimseye, bu âleme sokulma hakkını vermiş değildir. Bu âlemde
yaşayan gerçek değerlerin ne olabileceğini keşfetme yeteneğine sahip olanlar
insanları, imanlarını derece ve çeşitlerine göre sınıflandırmayan ve onların
savunmakta olduğu düşünlerin dayandığı ilkeleri kavrayabilenlerdir.’’
Ve bu ilkeleri
şiar edinen batı toplumları kendisine İslam ülkesi diyen ülkelerden daha
İslami’dir. Sormayan, düşünmeyen, araştırmaya korkan toplumlar ilkelliğe,
bağnazlığa mahkûmdurlar.
Toplumların
Cemil Kılıç, Bahriye Üçok, Yaşar Nuri Öztürk, İhsan Eliaçık ve Hatta Turan Dursun
gibi rasyonel düşünen insanlara ihtiyacı var. Tıpkı Atina mahkemesince zehir
içmeye mahkûm edilen filozof Sokrates gibi insanlara…
O da üç maddede suçlanmıştı kentin tanrılarına inanmamak, yeni tanrılar icat etmek ve gençleri baştan çıkarmak. Hâlbuki rahatsız oldukları şey Sokrates’in halkı sorgulayış biçimi ve yöntemini gençlere aşılamasıydı. Çünkü ona göre sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez bir hayattır. Sokrates her ne kadar tanrılara inandığını beyan etmiş olsa da Atina’da ‘’dinsizliği yasaklayan’’ yasa gereği dine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle ölüme mahkûm edilmiştir.
O da üç maddede suçlanmıştı kentin tanrılarına inanmamak, yeni tanrılar icat etmek ve gençleri baştan çıkarmak. Hâlbuki rahatsız oldukları şey Sokrates’in halkı sorgulayış biçimi ve yöntemini gençlere aşılamasıydı. Çünkü ona göre sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez bir hayattır. Sokrates her ne kadar tanrılara inandığını beyan etmiş olsa da Atina’da ‘’dinsizliği yasaklayan’’ yasa gereği dine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle ölüme mahkûm edilmiştir.
İster
antik çağda, isterse günümüzde olsun, tanrıyı korumaya çalışan aklı evveller
var olmaya devam edecek ve sorgulamaktan aciz olduklarından Allahın niteliğini
alçalttıklarının bile farkına varamadan kıyımlarını ve linçlerini sürdüreceklerdir.
Onlar var oldukça Cemil Kılıç gibi insanlar da var olacaktır. Bize düşen onlara
destek olmaktır. Tavrımız Allah’ı korumaya çalışan âcizane tavırdan daha
rasyonel bir tavırdır.
Kitap Öneri:
Tanrı Anlayışı - Cemil Sena Ongun
Bazı insanlar, gerçekleri inkâr etmekten hoşlanır,
bazıları da gerçeğin ne olduğunu bilmez, bilemez, ya da onun ne olduğunu
araştırmaksızın, bir geleneğin telkinlerine uyarak türlü yanlış düşünlere
inanmakla yetinirler. Buna karşılık, inkâr ya da tasdik edilmiş olmakla değer
ve doğaları değişmeyen gerçekler de vardır. İnsan zihni, en yüce bir düşünü,
âdileştirebildiği gibi, en bayağı ve âdi bir düşünü de yüceltebilir. Bir
zamanlar geçerli paraların, bir başka zamanla, kalp akçalar durumuna düştükleri
gibi, düşün ve inançların da, toplumların türlü dönemlerinde faydalı veya
zararlı olabildikleri görülmüştür. Demek ki, eşya gibi düşünler ve inançlar da
bir evrim geçirmekte, bazı yenilikler, eskilerin hortlamasından, bazı
eskilikler de yeni afacanların doğmamasından varlıklarını sürdürüyorlar. Eski
ve yeni, birbirini kovalarlarken, bunların her biri, başka başka toplumlarda ve
zamanlarda o suretle yayılır ve yaşarlar ki, bir yerde bozuk ve eski olan, bir
başka yerde yeni ve yetkin sayılır; hatta bu yerde en faydalı bir araç halini
alır/Gerçeklerin bu uylaşımlı ve bağıntılı görünüşü, yüzyıllardan beri
uygarlığın evrimini ve insanların mutluluğunu, türlü yönlerden etkilemiştir.
Kutsal saydıkları için totemleri olan hayvan veya
bitkileri yemeyerek açlıktan ölen bir ilkel insan, her bulduğunu yiyen bir
ileri toplum insanı kadar mutludur. Biri o kutsal inanca bağlı kalmış olmanın
sevinci içinde can verirken, öteki, böyle bir inancın baskısından kurtulmuş
olma zevkinin bağışladığı özgürlüğün tadını çıkartmaktadır. Bunun içindir ki,
insanın değeri, kendi inançlarının türüne göre ölçülmemelidir. Bir inanca değer
biçmek, ancak o inancın, bir topluma sağlamış olduğu iyilikler ve kötülükleri
kavramakla olanaklıdır. Bu pragmacı kriteri benimsemek, hiç olmazsa belirli bir
toplum ve zihin seviyesi için yatıştırıcı olduğu kadar da gerçekleri
araştırmaya elverişli bir sonuç verir. Ucuz ve korkak insanlar, çevrelerinde yaşayan
düşünce ve inançlara bağlanarak kurtuluşu,’ köleleşmekte, hatta böyle bir
duruma düştüklerinin de farkında olmadan, gözleri ve ruhları bağlanmış,
değirmen beygirleri gibi, kendi eksenlerinin dışında sonsuz bir âlemin
bulunabileceğini düşünmeden, başladıkları yere gelir ve geldikleri yerlerde
yeniden yürüyüşlerine devam ederler. Bu tip insanların tek kuşkusu, aç
kalmamaktır ve daha fazla kamçılanmamaktır. Ne yazık ki, insanlığın büyük bir
çoğunluğu, bu kısır dönüşlerin şampiyonluğunu korumaktan hoşlanmaktadır...
Herhangi bir toplumun uygarlık seviyesi, bu şampiyonların niceliğiyle ters
orantılıdır.
Yorumlar
Yorum Gönder