Ana içeriğe atla

Tanrı Adına Hüküm Verenler (İsmail Sen)


Bundan dört yıl evvel Abdülhamit Kahraman adındaki bir ilahiyatçı kardan adam yapanlara tepkisini dile getiriyor ve kardan adam yapmanın put yapmaya eşdeğer olduğunu belirtiyor. İmanı o denli zayıf olacak ki kardan adamı Allah için bir tehlike olarak görüp, Allah'ın yerine kardan adamın geçebileceğini düşünüyor. Bu gibi akıl ve mantıktan yoksun beyanatlar Türkiye’deki genel Müslüman profilini gösteriyor.

Bir başka ilahiyatçı, din kültürü ahlak bilgisi öğretmeni Cemil Kılıç KONDA'nın İslamilik anketini değerlendiriyor:

Cemil Kılıç
"Bugün ateistler, Müslümanlara göre Kuran'a daha uygun ve daha ahlaklı yaşıyor" açıklamasının ardından hedef haline getiriliyor ve Akit gazetesinin "Din karşıtı o öğretmen hala görevde" haberini yapmasının ardından 15 Ocak 2019 itibarıyla görevinden alınıyor. İmanını kardan adam, yılbaşı kutlamaları, bir başkasının kıldığı veya kılmadığı, tuttuğu veya tutmadığı oruç üzerinden tartışma yürüterek yükselten güruh, rasyonel bir durumu dile getiren ilahiyatçıları linç ediyor. Cemil Kılıç, linçe maruz kalan ne ilk ne son kişi olacaktır. Öncesinde Bahriye Üçok, Yaşar Nuri Öztürk, İhsan Eliaçık ve yine yakın zamanda hedef haline getirilen Mustafa Öztürksayabiliriz

Artık geçtik dini ve felsefi konuları tartışmayı, insanlar artık durum tespiti yapmaktan bile korkar hale geliyor. Cemil Kılıç yapmış olduğu yorumda sonuna kadar haklıdır. Kaldı ki bir başka İslamilik endeksinde ilk sıralarda Yeni Zelanda, Lüksemburg, İrlanda gibi ülkeler yer alıyor. ‘’Bu ülkenin yüzde bilmem kaçı Müslümandır’’ diyen şuursuz güruhun haberi var mıdır bilmem ama Türkiye İslamilik endeksinde 103. Sırada yer alıyor.


Bu nasıl oluyor?

Yeni Zelanda, Lüksemburg, İrlanda gibi ülkeler toplumsal ilişkilere önem veriyor, yurttaşlara eşit hak ve özgürlükler sağlıyor. Eğitimde, sağlıkta, çalışmak isteyen herkese imkân sağlamakla ve iktisadi adaletle oluyor. Biz ise İslami anlayışta kulun kula sormaması gereken ‘’oruçlu musun? Namaz kılıyor musun? Başörtüsünü niye takmıyorsun?’’gibi abuk sorular sorduğumuz için 103. Sırada görülüyoruz. Toplumsal ilişkiler bir nevi ibadettir ama yurdumuz sofuları bireyi ilgilendiren namaz, oruç, başörtüsü gibi bireysel tercihlere takılıp kalmış, şeyhler ve dervişlerin eteklerinde keramet arıyor. Adaletsizliklere, yolsuzluklara, çocuk ve kadın tacizlerine kör ve duygusuzlar. Hâlbuki imanları, korktukları kardan adamın güneş görmesi gibi eriyip yok olacak niteliktedir.

Cemil Sena Ongun
Cemil Sena Ongun’un ‘’Tanrı Anlayışı’’ kitabında dile getirdiği gibi;
‘’Olgun, yetkin ve uygar insanın görevi, kimin dinli, kimin dinsiz ya da tanrılı veya tanrısız olduğunu araştırmak değildir. Asıl dinsiz ve tanrısız olanlar, başkalarının düşün ve inanç özgürlüğüne saldırmaktan hoşlananlardır. Her insanın kendine özgü bir iç âlemi vardır ki, doğa hiç kimseye, bu âleme sokulma hakkını vermiş değildir. Bu âlemde yaşayan gerçek değerlerin ne olabileceğini keşfetme yeteneğine sahip olanlar insanları, imanlarını derece ve çeşitlerine göre sınıflandırmayan ve onların savunmakta olduğu düşünlerin dayandığı ilkeleri kavrayabilenlerdir.’’

Ve bu ilkeleri şiar edinen batı toplumları kendisine İslam ülkesi diyen ülkelerden daha İslami’dir. Sormayan, düşünmeyen, araştırmaya korkan toplumlar ilkelliğe, bağnazlığa mahkûmdurlar.

Toplumların Cemil Kılıç, Bahriye Üçok, Yaşar Nuri Öztürk, İhsan Eliaçık ve Hatta Turan Dursun gibi rasyonel düşünen insanlara ihtiyacı var. Tıpkı Atina mahkemesince zehir içmeye mahkûm edilen filozof Sokrates gibi insanlara…

O da üç maddede suçlanmıştı kentin tanrılarına inanmamak, yeni tanrılar icat etmek ve gençleri baştan çıkarmak. Hâlbuki rahatsız oldukları şey Sokrates’in halkı sorgulayış biçimi ve yöntemini gençlere aşılamasıydı. Çünkü ona göre sorgulanmamış bir hayat yaşamaya değmez bir hayattır. Sokrates her ne kadar tanrılara inandığını beyan etmiş olsa da Atina’da ‘’dinsizliği yasaklayan’’ yasa gereği dine aykırı hareket ettiği gerekçesiyle ölüme mahkûm edilmiştir.  

İster antik çağda, isterse günümüzde olsun, tanrıyı korumaya çalışan aklı evveller var olmaya devam edecek ve sorgulamaktan aciz olduklarından Allahın niteliğini alçalttıklarının bile farkına varamadan kıyımlarını ve linçlerini sürdüreceklerdir. Onlar var oldukça Cemil Kılıç gibi insanlar da var olacaktır. Bize düşen onlara destek olmaktır. Tavrımız Allah’ı korumaya çalışan âcizane tavırdan daha rasyonel bir tavırdır.




Kitap Öneri:

Tanrı Anlayışı - Cemil Sena Ongun 
Bazı insanlar, gerçekleri inkâr etmekten hoşlanır, bazıları da gerçeğin ne olduğunu bilmez, bilemez, ya da onun ne olduğunu araştırmaksızın, bir geleneğin telkinlerine uyarak türlü yanlış düşünlere inanmakla yetinirler. Buna karşılık, inkâr ya da tasdik edilmiş olmakla değer ve doğaları değişmeyen gerçekler de vardır. İnsan zihni, en yüce bir düşünü, âdileştirebildiği gibi, en bayağı ve âdi bir düşünü de yüceltebilir. Bir zamanlar geçerli paraların, bir başka zamanla, kalp akçalar durumuna düştükleri gibi, düşün ve inançların da, toplumların türlü dönemlerinde faydalı veya zararlı olabildikleri görülmüştür. Demek ki, eşya gibi düşünler ve inançlar da bir evrim geçirmekte, bazı yenilikler, eskilerin hortlamasından, bazı eskilikler de yeni afacanların doğmamasından varlıklarını sürdürüyorlar. Eski ve yeni, birbirini kovalarlarken, bunların her biri, başka başka toplumlarda ve zamanlarda o suretle yayılır ve yaşarlar ki, bir yerde bozuk ve eski olan, bir başka yerde yeni ve yetkin sayılır; hatta bu yerde en faydalı bir araç halini alır/Gerçeklerin bu uylaşımlı ve bağıntılı görünüşü, yüzyıllardan beri uygarlığın evrimini ve insanların mutluluğunu, türlü yönlerden etkilemiştir.
Kutsal saydıkları için totemleri olan hayvan veya bitkileri yemeyerek açlıktan ölen bir ilkel insan, her bulduğunu yiyen bir ileri toplum insanı kadar mutludur. Biri o kutsal inanca bağlı kalmış olmanın sevinci içinde can verirken, öteki, böyle bir inancın baskısından kurtulmuş olma zevkinin bağışladığı özgürlüğün tadını çıkartmaktadır. Bunun içindir ki, insanın değeri, kendi inançlarının türüne göre ölçülmemelidir. Bir inanca değer biçmek, ancak o inancın, bir topluma sağlamış olduğu iyilikler ve kötülükleri kavramakla olanaklıdır. Bu pragmacı kriteri benimsemek, hiç olmazsa belirli bir toplum ve zihin seviyesi için yatıştırıcı olduğu kadar da gerçekleri araştırmaya elverişli bir sonuç verir. Ucuz ve korkak insanlar, çevrelerinde yaşayan düşünce ve inançlara bağlanarak kurtuluşu,’ köleleşmekte, hatta böyle bir duruma düştüklerinin de farkında olmadan, gözleri ve ruhları bağlanmış, değirmen beygirleri gibi, kendi eksenlerinin dışında sonsuz bir âlemin bulunabileceğini düşünmeden, başladıkları yere gelir ve geldikleri yerlerde yeniden yürüyüşlerine devam ederler. Bu tip insanların tek kuşkusu, aç kalmamaktır ve daha fazla kamçılanmamaktır. Ne yazık ki, insanlığın büyük bir çoğunluğu, bu kısır dönüşlerin şampiyonluğunu korumaktan hoşlanmaktadır... Herhangi bir toplumun uygarlık seviyesi, bu şampiyonların niceliğiyle ters orantılıdır.



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten