Nahiyedeki Ormancı - Öykü (Samet Demiray)

Pencerenin kuruyan macunları arasından giren rüzgâr, serçelerin bahar şarkılarının yerini alıp kış türküsünü çalıyordu. Hava ayaz mı ayazdı. Söğüt ağacı yapraklarını dökmüş kış uykusuna yatmıştı. Sert bir rüzgâr esti. Verandada ki sararmış yapraklar havada ahenkle dans edip, uçup gidiyordu. Yan komşunun horozu her zamanki yerini almış, tellal misali doğan günün haberini veriyordu. Kahvaltı hazırlıkları hemen her evde başlamış nahiye halkı uyanmıştı.

Folluktan toplanan taze yumurtaların kokusu mutfaktan buram buram geliyordu. Avlunun önünden geçen traktörü duyan Recep son lokmasını alarak pencereye doğru yöneldi. Mintanından giren soğuk içini ürpertti. Kabanını aldığı gibi evden çıktı. Düğmelerini iliklediği sırada Rüstem Ağayı gördü. Patikaya yöneldi. Saatine bakmış, koşar adımla kahvenin yolunu tutmuştu. Hafif yağmur çiselemeye başladı. Kahveye giren Recep ellerini ovuşturarak, iskemlenin birini çekip oturdu. Kasketini masanın üzerine koyarken diğer yandan yer yer çatlamış olan deri çantasını ayakucuna koydu. Nahiyenin ihtiyar kesimi her zamanki yerini almış, bir konu üzerinde hararetli konuşmalarını gören Recep pek aldırmamıştı. Tavşankanı iki çayla gelen Kahveci iskemleyi çekerek;

-          Aha Davşan ganı çaylar da geldi Recep emmi
-          Sağolasan gardaş dedi başını eğerek,

Çayını karıştırırken başıyla ihtiyar kesimini gösterip konuşulanları anlamak isteyen Recep;

-          Hökümet toplanmış yine!
-          Heye sorma emmi, evvelsi gün pambık tarlasında Rüstem’in kızını goddik aliyle görmüşler.
-          Bakele omisilli gızıyla ha?
-          Heye Recep emmi dedi; kahveci böbürlenerek.
-          Caaran var mı
-          Var içmesen olmaz mı şu zıkkımı be emmi dedi; yeni çıkan sigaralardan uzatırken yüzü gülüyor, hava atıyordu.
-          Oo birinci mi o? Yine döndün ya la köşeyi demi
-          Sorma be emmi zenginin fiyakalı arabası, fakir fukaranın caarası

Kahveci sigarası ağzında ocak başına geçtiği sırada Rüstem içeri girdi. Rafın üzerinde duran fincanı alarak sıcak suda epeyce ısıtıp şark köşesindeki yerini alan Rüstem Ağa’ya götürdü. Oldukça düşünceli bir tavır takınan Rüstem kahvecinin getirdiği fincanı ihtiyar kesiminin hararetli konuşmalarını duyduğu sırada fark etmişti. Çok geçmeden gündelikçiler içeri girdi. Recebin bulunduğu masaya yönelip oturdular. Recep çayını yudumlamış son kalan yudumu da içtikten sonra çay kaşığını içerisine koyup masanın ortasına doğru uzattı. Kahveci masaya gelerek;

-          Bi çay daha emmi? dedi.
Başıyla tasdikleyip bir çay daha istediğini belirten Recep gündelikçileri de işaret ederek;
-          Getir hele hepimize davşan kanı dedi
-          Baş üstüne emmi,
Gündelikçilerin ustabaşı farımışçasına elini sallayıp, Recebe doğru eğilerek suratını ekşitip,
-          Getirsin hele getirsin, davşan kanı muhabbeti gör hele sen Recep dedi; hararetli hararetli.
-          Hayrola Memduh?
-          Zaar hayır? zaar şer?
-          Nolmuş, Diyiver ağzındaki baklayı
-          (Sessizce Recebe doğru eğilerek) Bu Rüstem ağa var ya tilkiye tavuk güddürüyo resmen, Yevmiyelerden 5 er bin kesmiş bu iş yörümez
-          …(duruma canı sıkılan recep yarine istediği evi alamayacağını düşündükçe büsbütün sinirlenmiş cevap verememişti.)
-          (avucunu recebe doğru gösterip başını Rüstem’e çevirerek) Ayıkhunnu Recep dedi

Recep sinirlenmiş topuklarını bir indirip bir kaldırıyor bir gözüyle de Rüstem’i kesiyordu. Tam ayağa kalkacağı sırada gündelikçilerden biri kolundan tutarak;

-          Bırak emmi Allah'ından bula, bulaşmaya değmez dedi.
-          …(dudaklarını ısırarak yerine oturmaktan başka çare bulamayan recep sakalını sıvazladı.)
-          Gözelce bi düşünelim hele, gızgın sirke küpüne zarar.

Çok geçmeden Ali kapıdan içeri girip ahaliye selam verdikten sonra iskemleyi çekerek Recebin yanına oturdu; ihtiyar kesimi bir yandan tesbihlerini çekerken, diğer yandan hararetli konuşmalarına su serpilmişçesine fısıldaşarak konuşmalarına devam ettiler. Ara sıra Aliye bakmadan edemiyorlardı. Kahveci çaylara bir ilave daha yaparak havluyu omzuna attı. Çayları dağıtırken bir yandan da köprübaşı türküsünü mırıldanıyordu. Ali yeleğin düğmelerini açarak masaya doğru iskemlesini biraz daha çekip;

-          (Alaycı bir tavırla) Bahele, bak Rüstem’e dedi. Poyrazdan alıp yele vermiş duydunuz mu?
-          Hele de bakalım bizde bilelim dedi ustabaşı
-          Kuru derede sele gitmiş emmi!
-          Hadi be sende zevzek, Yaş tahtaya yatar mı o?
-          (yersiz yersiz sırıtarak ) Beriki gün pambık tarlasında kızından öğrendim emmi.

Şaşkınlıkla Alini ağzından çıkacak olan sözlere odaklanmışlardı. Bir dümen döndüğü belliydi. Recep değil tüm nahiye halkı Rüstem’in tarlalarında çalışan gündelikçilerden oluşuyordu. Recep ve arkadaşları nahiye halkının aksine ormancıydı fakat rüstem’e çalışırlardı. Rüstem’in düşünceli hali, Alinin söylediklerini doğrular nitelikte olması, masadakilerin içine kor düşürmüş hepsi Aliye doğru dönüp kulak kesmişti;

-          Essah mı diyon?
-          Essah emmi, Alamancılar fabrika mı neyim yapacaklarmış?
-          Ee Rüstem Ağanın derdi ne?
-          Gel gelelim çam kertmesine, teşviklerin faizinden kalan bi ev arazisiymiş
-          Aboov deme laa..
-          Heye annadınız mı şimdi niye bu halde
-          Deyiversene kepenk kapattı bizim cepler yine

Recep sadece dinlemekle yetinmişti. Böyle olmayacağını düşünerek, cebinden çıkardığı bir paket sigarayı arkadaşlarına ikram ettikten sonra şehrin yolunu tutmuştu. Recebin kalkmasıyla;

-          Nereye Recep emmi diye sordu merakla ustabaşı
-          Olsa ile bulsayı ekmişler,yel ile yuf bitmiş, Memduh! Eken biçer konan göçer dedi.

Çaresiz kalan arkadaşları Recebin söylediklerini düşündükten sonra bir bir dağılıp iş aramak için şehrin yolunu tutmuşlardı.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmak ve Sahip Olmak (İsmail Sen)

8 Martın Rengi Pembe ya da Mor Değil "Kızıl"dır. (İlayda Urun)

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)