Ana içeriğe atla

Mühendis Aklı - Giriş (Ahmet Atak)

Giriş


Mühendis kelime olarak pek sevdiğim bir kelime değil. Arapça kökenli sanırım. Tasarımcı ya da bakımcı desen, kelimenin fiil kökünden çıkartıyorsun bir şeyler. Ama mühendis biraz farklı sanki ayakyoluna helâ demekten utanıp tuvalet demeye başlamışsınız gibi, yani sanki eylemi eylemle ilişkisiz yabancı bir kelimeyle takas edince yapılan is değişi veriyormuş gibi. Sanki dışkılamak tuvalet ihtiyacını gidermek ya da lavaboya gitmek olarak değişince, dışkı yerine oramızdan gül suyu akacak. Belki de bu yüzden olsa gerek sevemedim kendimi mühendis olarak adlandırmayı. Korkmayın, burada sizi teknik konularla falan sıkmayacağım, komiklikler falan da yapmayacağım. (Yok, biraz gülelim.) Bu dizinin konusu Türkçenin yozlaşması falan da değil. Zaten İngilizce ya da Hollandaca yazsaydım böyle bir giriş hiç olmayacaktı. İsim bir yana, teknik bir adamın bakışı her zaman biraz farklı olur.  Biz ölçmeyi biçmeyi, bir şeyleri dizayn etmeyi severiz. Benim uzmanlığım sistem odaklı arızacılık. Yani makineyi dizayn eden mühendisin sistemde öngöremediği hataları bulup onarmak. Hatta burasını da şöyle yapsalarmış daha iyi olurmuş dediğimiz bir iş. Bu yüzden soruna odaklıyız. Bu dizide, cilalı tas devrini çabucak geçip, tekeri döndüren bir pratik tamirci aklı konuşacak. Aracınızda bir arıza olunca teknik aklı olan bir adam sisteme bakar, neden sonuç ilişkisiyle arızayı bulur. İste bu yüzden buradayız, arızanızı ve daha fazlasını bu dizinin son sayfasını görüntülemeden önce bu teknik akıl çözecek.

Size kuru gürültüden uzak, badem bıyıksız, hırkasız ve hafiften göbeği olmayan bir teknik adamdan teknik bilgiler sunmak için buradayım, hayata dair ’niye ama? Neden ki?’’ Deyip durduğunuz birçok sorunun basit ve hep gözünüzün önünde olan cevaplarını bir bir aktaracağım. Bu dizide, kişisel sorunlarınızın cevaplarından daha gelişmiş toplum yapılanmalarına kadar birçok cevap bulacaksınız ve asıl önemlisi sizlerde birer arızacı olacaksınız. Sistem bilginiz ve mantıksal neden sonuç ilişkisi gelişince bu dizide bahsedilmeyen konuları bile analiz edip aha buradaymış sorun diyebileceksiniz. Bir arızacının tamir ettiği sistemi iyi bilmesi gerekir. Aşağıda resimdeki ampulün yanmadığını düşünün. Ampul, bu sorunda neden mi yoksa sonuç mu?  Yani ampulün yanmaması ampul patladığı için mi, yoksa ampul sağlamda pil, anahtar ya da kablolarda mı bir sorun var? Çoğu zaman arızanın sorunun görünen, yani sorunun kendini mani feste ettiği yerde olduğunu sanırız. Gerçek hayatla ilgili sorunlarımızda ariza çoğunlukla sistemin bizden gizlenmiş kısmındadır, eğer sistemi ampulden ibaret sanıp onun yanmasını anahtar pil ve kablolardan ilintisiz sanırsak sorunlarımızı asla çözemez, hayatta ampul peşinde koşar dururuz.



Bu yüzden size dizinin ilk kısmında sistemi tanıtacağım. Nasıl oldu da basit insan toplumları böylesi karmaşık topluluklar oluşturdu. Aslında yukarıdaki sistem tüm elektrik devrelerinin aynısıdır. Sistem büyüdükçe karmaşık gözükebilir ama yukarıdaki sorunu çözebilirseniz karmaşık gibi gözükeni de yapabilirsiniz. Bir sonraki yazıda İnsan toplumunun mekanizmasını irdeleyip bugün bizim karşı karsıya bırakıldığımız sorunları bir arızacı olarak beraber çözeceğiz.

Yazı dizisinin devamında neler göreceğiz kısaca belirtelim;

1.  Öküzü anlatırken su içinde kendinizi hissettiğiniz tutsaklık çaresizlik hissine vurgu yapılacak, tabi bazılarınız durumun hiç de böyle olmadığını düşünebileceği için tarihsel bir sürecin anlatılması kaçınılmaz olacaktır.

2. Köleliği ve insan toplumunun sınıflaşma sürecine değinerek aslında toplumsal değişimin ekonomik üretim süreçlerinin bir sonucu olduğunu vurguluyoruz.

3. Kültürden bahsetmemiz kaçınılmaz oluyor bu aşamada sonuçta her makinenin bir işletim yazılımına ihtiyacı var.

4. İnancı kültürden biraz ayrı tutarak daha çarpıcı bir sunum yapmayı amaçladım. Bu bölümde insanların nasıl kendi inançlarını doğru, diğerlerini yanlış olarak gördüklerini çarpıcı bir şekilde göstererek, kişinin kendi inanç sistemini sorgulamasına yardımcı olmak istedim.

5. Artık asıl sorunumuzun korku olduğunu anlatmanın zamanı geldi. Burada insanlığın korku ve sevgi arasındaki ikilemini anlattım, nasıl korkunun tüm davranışlarımızın altında yattığını anlatacağız. Sevgi de korkunun panzehiri olarak verilecek.

6. Bir birey olarak kolay mıdır korkularımızı yenmek? Artik çözüme odaklanıyoruz. Korkunun tüm çarpıklıkları sebebi olduğunu gördükten sonra bir birey nasıl korkusuz olur ona bakacağız.

7. Nasıl korkusuz bir toplum yaratabiliriz. Bir bireyin korku toplumunda özgürleşmesi çok zor bir süreç, bu yüzden korkusuz sevgi toplumuna göz atacağız. Finlandiya ya da Norveç gibi toplumlarla Amerikan toplumunu karşılaştıracağız örneklemek için.

8.  Korku toplumlarında yaşayan bireylere bir çözüm yok mu?

9.  Kenar teoremi insanlık evrimi ve biyoloji, bencillik mi güdüler evrimi mi yoksa zevk mi?

Yorumlar

  1. Sayın Atak yazıya girişinizdeki isimlendirme çabanızı anlamsız ve gereksiz buluyorum, tıpkı Cumhuriyet'in ilk yıllarındaki Türkçe'nin sadeleştirilmesi çabalarını hatırlattı bana. Bu sadeleştirme çabaları Türkçe olmayan her kelimeye Türkçe karşılıklar bulunması üzerineydi ve sonuçta ortaya Türkçeleşmiş Türkçe çıktı ve bu dil kimsenin anlamayacağı bir dildi ve bu yanlıştan dönülerek şu tespit yapıldı buna göre halkın kullandığı yüzyıllar boyunca ki terimler başka dillerden de geçse artık o Türkçe kabul edilir ve bu durumun tam tersi de diğer dillerde vardır. Eğer dilimizin geçerli bir dil olmasını istiyorsak mühendisliğin getirdiği bilim ve teknolojide en ilerdeki noktada hareket ediyor olmamız gerekir adının ne olduğunda değil. Dışkılamak ya da lavaboya gitmekle ilgilenmez mühendis dışkılama olayının nasıl meydana geldiğini inceler veya dışkılama olayının insana getirebileceği kolaylık, rahatlama veya nasıl daha kolay olabileceğiyle ilgilenir. Dışkılama ya da lavaboya gitmek demekle tuvalette dünyanın en büyük keşfinin bulunabileceği gerçeğini değiştiremezsiniz önemli olan bu gerçektir. Bu burada yazılan daha önceki yazılarda belirtilen örneklerle şuna benzemektedir solcu görünen kapitalistlerin Atatürk metasını satması veya dincilerin dini metaları satması yazının başlığında belirttiğiniz mühendis aklı buna takılmamalıydı diye düşünüyorum iyi çalışmalar...

    YanıtlaSil
  2. Bu yorumda da bir öz eleştiri yaparak şunu belirtmek isterim ilk yorumumda tamamen olumsuz bir eleştiri yapmış ve yazı tamamen olumsuz bir durumdaymış gibi bir durum ortaya çıkarmıştım ancak yazının son bölümünde yapılan atıflar çoğu kişinin aklına gelmeyecek biçimde tasarlanmış ve zekice olduğunu söylemek isterim ve yine çoğu kişinin de bu atıfları anlayabileceğinden de şüpheliyim özellikle ampül atıfını çok beğendim, tekrar iyi çalışmalar...

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten