Ana içeriğe atla

''Halk" kavramı ve "sınıf" bilinci (Serhan Ceyhan)


Önce insanlar halk oldukları bilincinden uzaklaştırılıp kullaştırılacak, emperyalizme bağlanmış sisteme ve devlete kul yapılacak, ardından emperyalizmin esareti altına sokulacak, böylece az gelişmiş ülkeler “sömürge” haline getirilecek.  

Bunun da yolu bellidir: Böl, parçala ve yönet! Tabi ilk olarak "halk" kavramı ve bilinci ile "sınıf" kavramı ve bilinci yok edilmek istenecektir. Toplumsal yapıdaki mezhep ve etnik farklılıklar kaşınacak, toplumsal yapı cemaat, tarikat ve etnik kimliklerle ayrıştırılarak hem halk olma, hem de sınıf kavramı ve bilinci ortadan kaldırılıp unutturulmaya çalışılacaktır. Sosyolojiye de aykırı olan bu durumda; farklılıkları "zenginlik" olarak görmek yerine, "aykırılık" olarak görmek gibi ilkel bir felsefe toplumsal yaşama sokulmak istenecektir. Oysa modern sosyolojiye göre bir toplum mezhepler, cemaatler, tarikatlar vs. özelliklerine göre değil, işçi, köylü, memur, esnaf gibi sınıflardan oluşur. (Dolayısıyla siyasi iktidarın "roman açılımı"na kadar varan bazı açılımlarına, on-yıllardır cemaatlerin ve tarikatların güçlendirilip siyasete katılmasına bir de bu yönüyle bakmakta yarar var.)

Çünkü; "halk" olma özelliği ve bilinci ile oluşacak halk hareketleri sayesinde yükselecek bağımsızlık mücadeleleri, "sınıf" bilinci ile birlikte yükselecek kapitalizme karşı mücadele emperyalist emelleri olanlar açısından en büyük tehlikelerdir...

Bu yüzden, emperyalizmin sömürgeleştirmek istediği ülkelerde niçin her zaman en gerici unsurlarla işbirliği yaptığı bellidir. Sonuçta, 21. yüzyıl başında dini hareketlerin yükselmesinin ardında emperyalizmin desteğinin olduğu da yeterince açık. Ilımlı İslamcı Fethullah Gülen’in bir İslam ülkesine gidip barınmak yerine niçin Amerika’ya postu serdiği ve Ilımlı İslam Rejimi peşindeki  Cumhur Başbakanı Erdoğan ile AKP iktidarının neden bu kadar "Amerikancı" olduğu da yeterince anlamlı değil mi?

 Dinci rejimlerin ülkeleri geriye ve sömürgeleşmeye doğru götürdüğünü bu güne kadar fazlasıyla şahit olduk.

     Tarih sevgisi ile övünmeyi pek seven bir ulusuz.
     Ama tarihten ders çıkarmayı da biliyor muyuz?
     İşte bunu da bize zamanın akışı öğretecek!

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten