Ölüm ve Sonrası Ritüelleri, Soyut Varoluş Biçimleri
İrvin D. Yalom |
İnsan, değer sistemlerini bu yolculukta oluşturur, ona
tutunur, dolaylı yoldan varoluşunu devam ettirir. Kimi cennet fantezilerine
meftun halde sefasını süremediği hayatı ahrette yaşayacağını; kimi yaşadığı güzel
hayatın ahrette de devam edeceğini düşleyerek dini usullere göre gömülmeyi
arzularken kimi de krematoryumda yakılmak istiyor…
Yaşam üslubuna bağlı olarak ölüm sonrası ritüelleri de değişiyor. Bilinen en eski kabilelerde ölünün yakılma durumu söz konusu olmamakla birlikte gömülmenin tarihi daha eskiye dayanmaktadır. Ayrıca ölümün ardından yakılma isteği ölen
kişinin vasiyetinden değil yaşayanların korkularından kaynaklanmaktadır. Ölen
insanların kemikleri varolduğu sürece ruhlarının da varolduğu inancı toplumlarda
korkuya neden oluyor. Örneğin; kocası ölmüş bir kadın yeniden evlilik yaptığında eski
kocasının ruhunun bu durumu kabullenmeyeceği ve onları lanetleyeceği düşünülüyor. Bu sebeple çareyi ölüleri yakmakta buluyorlar.
Eski toplumlarda bir başka husus ölümün doğal bir süreç olmaktan ziyade sihir/büyü ile
ilişkilendirilmesidir. Birini akrep sokar ve bu kişi akrebin zehri ile
yaşamını yitirir. Buna sebep olanın bir büyü olduğu düşünülür. Tarih öncesi insanlarla konuşuyor
olsak akrep zehrinin ölüme sebebiyet verdiği hususunda anlaşabiliriz ama ölümün
doğal bir süreç olduğu konusunda muhtemelen anlaşamayız. Her ölüm kötü bir ruhun eseridir. Ölümü doğal bir süreç
olarak algılama tutumuna ulaşabilmek için epey yol katetmek gerekmektedir.
Destan ve mitlerde de insanın gelip geçiciliği, varoluş
mücadelesi işlenir. Yakın dostu Enkidu’nun ölümü Gılgamış’ın ölümle
yüzleşmesini sağlar. Arkadaşının yavaş yavaş çürümeye başlaması kendi ruhunda
derin yaralar açmaktadır. Gılgamış kudretli bir kraldır ama o da Enkidu gibi
gelip geçici ve çürümeye mahkûmdur. Bu vesileyle ölümsüzlüğü aramaya başlar,
katettiği uzun bir yolculuğun nihayetinde mutlak olan sonu değiştiremeyeceği
gerçeğiyle yüzleşir.
Ancak dünyada kalacak olan cesurca atıldığı maceralar ve kahramanlıkları olacaktır. Aşil gibi, biyolojik bir varoluş yerine yaşamını dahi yitirebileceği bir maceranın içerisine kendini atarak ölümsüzlüğü seçmektedir. Bu tip destanların ölümü olağanlaştırmak gibi bir misyonu vardır. Tanrılar ve insanlar arasında ayrımlar yapar, insanın faniliğini vurgular. (Dr. İsmail Gezgin'in anlatımıyla video linkini aşağıya bırakıyorum.) Varoluş, ister cennet/cehennem tasarımıyla olsun veyahut Enkidu ve Gılgamış’ın nesilden nesile aktarılan kahramanlık ve dostluk destanı biçimiyle olsun, varlığımız ve yokluğumuz evrende küçücük bir detaya tekabül edecektir ve hatta detay bile sayılmayabilecek niteliktedir.
İnsanın bu devasa evrende yaşarken oluşturduğu sistemler, yönetim biçimleri, savaşlar ve özgürlük mücadeleleri gibi aksiyonları, sürekli olan değişimin alameti olsa da sefaleti sabittir. İnsan, her ne kadar soyut bir varoluşla tatmin olmaya çalışıyorsa da doğanın hakikati karşısında fiziki olarak acizdir. Önemli olan elde edilen hayatı en iyi şekilde had bilerek değerli kılmaktır. Bazen öyle hayatlarla karşılaşırız ki ölüm yüzünü gösterene dek yaşadığının bile farkına varamamışlardır.
Tıpkı Kurosawa’nın ‘İkuru’ filmindeki ‘Kanji Watanabe’ karakteri gibi…
Enkidu ve Gılgamış |
Ancak dünyada kalacak olan cesurca atıldığı maceralar ve kahramanlıkları olacaktır. Aşil gibi, biyolojik bir varoluş yerine yaşamını dahi yitirebileceği bir maceranın içerisine kendini atarak ölümsüzlüğü seçmektedir. Bu tip destanların ölümü olağanlaştırmak gibi bir misyonu vardır. Tanrılar ve insanlar arasında ayrımlar yapar, insanın faniliğini vurgular. (Dr. İsmail Gezgin'in anlatımıyla video linkini aşağıya bırakıyorum.) Varoluş, ister cennet/cehennem tasarımıyla olsun veyahut Enkidu ve Gılgamış’ın nesilden nesile aktarılan kahramanlık ve dostluk destanı biçimiyle olsun, varlığımız ve yokluğumuz evrende küçücük bir detaya tekabül edecektir ve hatta detay bile sayılmayabilecek niteliktedir.
İnsanın bu devasa evrende yaşarken oluşturduğu sistemler, yönetim biçimleri, savaşlar ve özgürlük mücadeleleri gibi aksiyonları, sürekli olan değişimin alameti olsa da sefaleti sabittir. İnsan, her ne kadar soyut bir varoluşla tatmin olmaya çalışıyorsa da doğanın hakikati karşısında fiziki olarak acizdir. Önemli olan elde edilen hayatı en iyi şekilde had bilerek değerli kılmaktır. Bazen öyle hayatlarla karşılaşırız ki ölüm yüzünü gösterene dek yaşadığının bile farkına varamamışlardır.
Tıpkı Kurosawa’nın ‘İkuru’ filmindeki ‘Kanji Watanabe’ karakteri gibi…
Film Önerileri;
Kitap Önerileri;
Yaşam ve Ölüm felsefesi - Editör Kadir Çüçen (Sentez Yayıncılık)
Bu çalışma,
insanın var olma amacını ve yaşamında varlık olarak kendisini var etmesinde
sonluluğunun/ölümlülüğünün rolü ve işlevini temele alarak, hem tarihsel süreçte
felsefedeki, dolayısıyla filozoflardaki karşılığını ortaya koymakta hem de
farklı disiplinlere göre açıklamaktadır. Bu bakımdan, ölüm karşısında insanın
yaşama tutunma ve kendisini varlık olarak ortaya koyma serüveninin felsefi
açıklamasını yapmayı amaçlamaktadır.
Bölümler,
insanın sonlu olmasının gerçekliği karşısında var olma serüvenini betimleme,
anlama, yorumlama ve öneride bulunmayı içeren bir yöntemle kaleme alınmıştır.
Kısaca fenomenolojik, varoluşçu ve hermeneutik bir anlayışla yaşam ve ölüm
olgusu irdelenmiştir. Böylece, bu çalışmada insan varlığının sonlu ama kendini
var etme sürecinin fenomenolojisi açığa çıkartılmaya çalışılmıştır. Disiplinlerarası
bir çalışma olan “Yaşam ve Ölüm Felsefesi”, böylece ülkemizde bir ilke de imza
atmış oluyor. Felsefecilerin yaşam ve ölüm olgusuna bakışının yanı sıra
psikoloji, sosyoloji, antropoloji, siyaset, sanat, edebiyat ve ekonomi gibi
alanların yaşam ve ölümü irdelemeleri, konunun zenginliğine ve anlam çevrenine
işaret etmektedir.
(Kabalcı Yayınları)
Öz-farkındalık
büyük bir armağan, hayat kadar değerli bir hazinedir. Bizi insan yapan şeydir.
Ama bedeli de çok ağırdır – ölümlülük yarası. Varoluşumuz, büyüyüp
gelişeceğimiz ve kaçınılmaz bir şekilde ölüp yok olacağımız bilgisiyle
gölgelenir.
Ölümlülük
düşüncesi tarihin başından beri peşimizi bırakmaz. Dört bin yıl önce Babil
kahramanı Gılgamış, arkadaşı Enkidu’nun ölümü üzerine yukarıda alıntıladığım
sözleri söylemiştir: “Sen artık karanlıklar içindesin ve beni duyamaz oldun.
Ben de öldüğümde Enkidu gibi olmayacak mıyım? Yüreğim umutsuzluk içinde.
Ölümden korkuyorum.”
Gılgamış
hepimiz adına konuşuyor. Onun ölümden korktuğu gibi hepimiz korkarız – her
erkek, kadın ve çocuk ölümden korkar. Bazılarımız için ölüm korkusu genelleşmiş
bir huzursuzluk şeklinde dolaylı olarak kendini gösterir ya da başka bir
psikolojik bozukluk kılığına girer; bazılarımız ölümle ilgili açık ve bilinçli
bir anksiyete yaşarken, bazılarımız için ölüm korkusu bütün mutluluk ve sevinci
engelleyen bir dehşet haline gelir...” Son derece kişisel olan bu kitabını
Irvin D. Yalom, ölüm korkusuyla verdiği mücadele sırasında öğrendiklerinden
yola çıkarak hazırlamış. Ölümle siz yüzleştiniz mi? Irvin D. Yalom
okuyucularına ölümle korkmadan yüzleşmenin yollarını hastalarıyla seanslarında
edindiği deneyimler yardımıyla biz okuyucularına aktarıyor.Hakikat ya da Ölüm Batı Anlatı Geleneğinde Ölümsüzlük Arayışı - Thierry Hentsch (İz Yayıncılık)
Ölüm insanoğlunun en büyük saplantısı, geçmişte olan her şeyi ifşa eden mutlak hakikat ânıdır. Kaçınılmaz gelişiyle hayatımızı aydınlatan son hesaplaşmadır. Hayat, ölüm ve hakikat öylesine ayrılmaz bir bağ oluştururlar ki insan bilincinin söz konusu bağı tanımamasının bedeli kendisini küçültmesi olacaktır. Elinizdeki kitap, bu konular üzerinde Batı literatüründe yazılmış metinleri ele alıyor ve hayat-ölüm-hakikat üçgeni perspektifinde analiz ediyor.
Yorumlar
Yorum Gönder