Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi…

Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli?

İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulanırdı. Suçlu ve suçsuz diye ayıracaksak örneğin ve suçsuz insan adil insansa bir bebek katiline nasıl iyi olunabilecek veya nasıl adil davranıla bilecek?

İyi halsiz katillere adil olmak en büyük cezaysa eğer Hitler’in büyük hakkını yedik veya Saddam Hüseyin’in. Adil yargılar ve yargı vicdanı, vicdansız bir kaç insanın tekeline bırakıldı. Devlet yönetimi kanlı bir el oluverdi tüm dünyada. Kendi otoritesini kan, vahşet, savaş ve fitneden sağlayan yönetimler türeyiverdi yeryüzünde.

Milliyetçilik denen saçma vatanseverim duygusu insanlara aşılandı. Din ve vatan kisvesi adı altında eziliverdik bir çırpıda. Eline şeker verilen bir çocuğun mutluluğunu bahşet-tiler bize. Sonra da dediler ki dinen çocuk sevindirmek sevaptır. Yapmakla yükümlü oldukları şeyleri bizlerin önüne bir lütuf diye serdiler. Biz insanoğlu buna hemen inandık. Peki bunları görüp susmak mı? Yoksa ses tellerin yırtılırcasına dek bağırmak mı?

Yoksa tüm adaletin bu insanların elinde olduğunu bilip hayatını ve geleceğini adalete ve devlet idaresine teslim etmek mi? Örneğin, haklı olmanın bir cezası varsa bu hayatta bir ortamda orada nasıl susarak sesini duyuracaksın? Tüm bunlardan sonra, Başardığını nasıl anlayacaksın? Mustafa kemal, Deniz Gezmiş, Mahir Çayan, İbrahim Kaypakkaya sesleri en çok çıkan insanlardı yakın geçmişteki...

Peki Türkiye’de onlar Bir şey başardı mı?

Gezi direnişi ve yitip giden onlarca can, kaybedilen uzuvlar sırf haksızlığa karşı sesini yükselttiği  için bunlar devlet yönetiminin katil olduğunun açık bir belgesi belkide. Sadece Türkiye olarak değil dünya üzerinde tüm ülkelerden bahsediyorum. Ernesto, Chavez, Ghandi, Butto ve diğer niceleri. Onlar bu adaletsiz dünya ortamında büyük işler başaran büyük isimler. Açıkçası burada sormamız gereken asıl soru başarının kriteri olmalı. Başardıklarını nasıl anlayacağız. İşte en başta nereye gidiyoruz sorusu vardı ya hani işte hayat orada da durmalı.

Çünkü tarihin tekerrür etmek gibi güzel huyları vardır. O nedenle gelecek devrimleri dizayn ederken geçmişimizi detaylı bir şekilde araştırmamız gerek. Belki savaştığımız konu aynı olmayacak ama gelişmiş bir kapitalist düzenle ve aynı şekilde kendini geliştiren sadece isimleri farklı diktatör ve kıyımcılara denk geleceğiz. Bizim yüzlerce yıllık Türk tarihinde tesadüf ettiğimiz dönem gibi. o nedenle geçmişe bakıp gelecek için ders alınmalı.

 Peki bugünü nasıl inşa etmeli?



Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Olmak ve Sahip Olmak (İsmail Sen)

8 Martın Rengi Pembe ya da Mor Değil "Kızıl"dır. (İlayda Urun)

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)