Ana içeriğe atla

Siyaset ve İnsan (Serhan Ceyhan)

Sağlıklı bir topluma varabilmenin yollarından biri bireyin önemsenip yüceltilmesidir. Birey derken, burada elbette ki “insan” olgusu öne çıkar. Çünkü her sistemin en temel dayanağıdır insan veyahut temel hedefi...

Ama bu hedef ve dayanak anlayışı her politik yaklaşıma göre değişiyor. Kimi yaklaşım; insanı sistemin veya devletin kölesi haline getiriyor. Kimi yaklaşım da sistemi veya devleti insanın hizmetine sunuyor.

Burada doğru olan ikinci yaklaşımdır. Çünkü her şeyin başıdır insan...
Politika da bu oluşumun gerçekleştirilmesi yönündeki araçlardan biri olarak düşünülürse, ülkedeki siyasetin kalitesini ya da bazı siyasi çevrelerin izledikleri politik çizginin neye hizmet ettiğini sorgulamak gerekir.

Türkiye’de siyasetin insan olgusuna dayalı olarak değil, soyut bazı kavramlara dayalı, halkçı değil devletçi bir düzlem üzerinde, sınıfsal değil cemaat ve zümrelere yönelik olarak yürütüldüğünü iddia ediyorum.

Böyle olunca da, kitleler kendilerini sorunlarının çözüme götürecek hedef diye kendilerine sunulan sloganların, soyut bazı kavramların ve sadece birer sembol olmaktan öte anlam taşımayan söylemlerin peşinden koşuyor.

Karşılaşılan ise; sorunların çözümü yerine, bir kilitlenme ve tıkanma noktası... Yaşanan ise; sadece bir kısır döngü...

Darbeler, anti-demokratik seçim yasaları, politika adına yapılan popülist atılımlar, oy kapmak için iktidarların kömürden tutun da gıda yardımına kadar aklına gelen her türlü seçim yatırımını yapıp, seçmene rüşvet vermesi vs. ise ayrı bir sorun...

“İnsan” olgusundan iyice kopan siyaset, varlığını bir de anti-demokratik yasalarla sürdürmeye yönelince kendisini bile yutan bu girdap içinde adeta boğulma tehlikesiyle yüz yüze geldi. Bu ucube siyaset anlayışı içinde insan olgusu artık politikacı için sadece bir oy makinesi haline dönüştü. İnsan olgusunu unutan, halkçı çizgiden uzaklaşan ya da kopan, sonuçta siyaseti de tıkanma noktasına getiren bu anlayış, günümüzdeki kirlenmeyi de beraberinde getirdi...

Ama kalitesiz ve seviyesiz bu siyaset, bu ülkenin kaderi değil.
“Temiz toplum, temiz siyaset” söylemlerinin yeniden doruğa yükseldiği bugünlerde, siyasetin bu ülkede yeniden keşfedilmesi gerektiğine inanıyorum.

Bunun için bugünkü iktidara düşen ilk görevlerden biri, İktidarın kendi direnişinden vazgeçip, vatandaşın karşısına gerçekten de “ak” olmuş bir halde çıkmayı, iktidar olduğu halde yargıdan kaçabilmenin formüllerini aramak yerine, yolsuzluklarla mücadelede önce çuvaldızı kendine batırma örneği ve cesaretini gösterebilmesidir. İktidara düşen bir diğer görev de, artık her iktidarın yaptığı gibi, aslında seçim yatırımı diye tanımlanan, ama seçmenin oyu için verilen bir rüşvet olan yardımlarını dürüstçe açıklayabilmektir.

Çünkü kendilerine düşen davranış, insanlara yaptıkları bulgur, makarna, kömür yardımlarıyla kendilerine propaganda payı çıkarmak değil, kendi insanını devletin dilencisi konumuna getirecek kadar yoksulluğa ve açlığa mahkûm ettiklerinden dolayı bir utanç payı çıkarmak olmalıdır.
Öte yandan tüm siyasetçilere düşen görev ise, siyaseti ve politik söylemleri artık bir takım soyut kavramların ve sembollerin dışına çıkarıp, insan odaklı hale getirmek olmalıdır. Çünkü bugün için, vatandaşı sadece bir oy makinesi, toplumu da oy deposu gibi gören bugünkü siyaset anlayışı, kitleleri kendine çekebilmek için bazı soyut kavramları abartıp şişirerek tehlikeli birer doktrin haline dönüştürmüş durumda.

Örneğin, bu ülkede siyaset, 50 yıldır “Kuran-Ezan-Bayrak” söylemine sıkıştırılmış bir halde yürütülüyor. Peki ya insan nerede? İnsan unutulmuş. İnsan, sadece bu söylemlerin bir kölesi ve kulu halinde görülmeye başlanmış. Oysa tüm kutsal değerler, sadece insanın gerçekten insanca, insan onuruna yakışır bir şekilde yaşayabilmesi için vardır. Tıpkı, siyasetin de insana hizmet için bir araç olması gibi.

Aslolan insandır.
Somut olan insanın kendisidir.
Çünkü insan bir varlıktır.
Doğadaki en değerli varlık hem de...

Yorumlar

  1. Burada kastedilen insan, insan gibi yaşamayı hak eden kesim işçi sınıfıdır, terimsel anlamda proleteryadır yoksa yönetimdeki insancıkların keyfi yerindedir, işçi sınıfıyla yönetimdekilerin insan biçiminde olmaları aynı değer kategorisinde olmalarını göstermez, proleterya insanlık olarak bir adım öndeyken, yaşam şartları olarak yönetenlerin bir adım önde olmasına katlanamıyorum.

    YanıtlaSil

Yorum Gönder

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten