Ana içeriğe atla

Kültürü Unutmak (Sami Ateş)

Orta Anadolu’nun küçük bir kentinde büyüdüm. Gelenek ve göreneklerimiz vardı. Bu gelenek ve göreneklerin iyi ve kötü yanlarının olduğu bir gerçektir ancak insanlar bunları sorgulamalıdır ve unutmamalıdır.

Sorgulama kısmını niçin yapmalıdır? Elbette onların kötü yanlarını eleştirip iyi yanlarını ortaya çıkartıp bunların kullanılması için gereklidir, kötü yanları kaldırıp atılmalıdır. Gelenekler ve görenekler olduğu gibi kabul edilirse insan aklını kullanamaz. İnsanın varoluş amacı bile bunu yapmasını gerektirir. Yalnız bunu yaparken keskin davranışlarda bulunmadan yapmalıdır çünkü tek bir kişi halinde sorgulamak diğerlerinin direnmesini ve ona karşı çıkma eylemini doğurur. Kişi önce kendisinin yaşam biçimiyle toplumu bu sorgulamaya alıştırmalıdır, göstermelidir ona neyin yanlış neyin doğru olduğunu...

Sorgulama biçiminin örneklerine bakacak olursak, her ne kadar Doğu Anadolu tarafına hiç geçmesem de, çoğu insanın bildiği gibi, o bölgede kan davaları yaygın olarak görülmektedir. Şimdi bunu sorguladığımızda bu törenin ne kadar anlamsız olduğunu göremiyorsak aklımızı kullanmıyoruz demektir. Kan davasında insanlar sırayla birbirini öldürüp hapse girmektedir. Bir olay sonucu çıkan kan davaları, insanların yaşamında önemli bir yer tutar, ailede de karşı tarafa yönelik kinle beslenen çocuklar yetiştirilir ki bir zaman sonra olayın ne olduğu unutulur, sadece ortada intikam duygusu kalır. Bunu insanlar birbirine neden yapar? Ben böyle bir toplum içinde olsaydım düşünürdüm karşı insanı neden öldürüyorum, suçu ne ki, bu suçun cezasını ben mi kesmeliyim, yoksa adalete mi kestirmeliyim?

Adalete güvenmiyorsanız bile yıllar önce olmuş bir olayın yükünü neden ben yükleneyim, diye insan kendi kendine sormaz mı? Bir başka örneğine gelelim, çocuk gelinler! Küçücük yaştaki insanlara kaldıramayacağı yükler neden yüklenir? İnsan duramıyor bu soruları sormadan bunları yazmadan duramıyor. İnsan kendisine yapılmasını istemediği bir şeyi başkasına nasıl yapabilir? Bu sorular beynimde bir atom bombasının patlaması gibi etkiler yaratırken, topluma yansıması bir karıncanın dünya etrafını dolanması gibi bir süreç almaktadır. Bu anlamda bu kültür unutulmalıdır, unutulmaması gereken nokta bu kültürün insanlara ne acılar yaşattığıdır.

Unutmamak kısmına gelince, çok daha fazlasını yazmak gerekecek, ama ne kadar yazacağımızı birlikte göreceğiz. Gelenek ve göreneklerimizde öyle güzel örnekler var ki, işte bunları unutmamak gerekir. Bunlar yemek kültüründen tutun, giyiniş, yaşayış, ahlak, davranış, dansa kadar her şeyi içinde barındırır. Unutmak nasıl gerçekleşir? Toplumsal hafızayı etkileyen iki büyük faktör vardır bunlardan birincisi teknolojik gelişmelerle birlikte zaman, ikincisi başka milletlerle kurduğumuz diyalog.

Şimdi burada unutulmaması gereken birkaç örnekleme yapalım. Bugün bulgur yapımını çoğumuz bilmiyoruzdur, buna nereden varıyorum? Kendi yaşantımdan! Kendime baktığımda ben bulgur yapımını bildiğim halde bununla uğraşamıyorum, benden büyük abim ve ablam da uğraşamıyor. Ailemiz bizi kendi yaptığı el yapımı bulgurla, yarmayla yaptığı yemeklerle besledi. Ben nasıl yapıldığını en azından biliyorum, bizden sonraki nesil nasıl yapıldığını da bilmeyecek.

Bunu neden unutmamalıyız dediğinizi duyar gibiyim? Bunu unutmamalıyız çünkü bu toplumsal sağlımızı ilgilendiren bir konudur. Elbette ki tüm ülkeye el yapımı bulguru insanlar yaparak yetiştiremez, demek ki el yapımı bulgur yöntemini serileştirmeliyiz, bu da iyi yetişmiş endüstri mühendislerimizce yapılabilir. Teknolojik gelişmeler bize bu kültürü unutturmak üzeredir. Bunun yanında unutulmaması gereken bitki türleri, genetiğiyle oynanmamış bize ait tohumlardan üretilen bitkiler, halk danslarımız, giysilerimiz unutulmaması gereken kültürel değerlerimizdir. Bakınız yemek kültürümüz bizim fiziksel sağlığımızı ilgilendirirken, danslarımız, giysilerimiz, edebiyatımız da psikolojik sağlımız için gereklidir.
               
Kültür kaybını yaşadığımız en önemli alanlardan biri de dildir. Burada dilin tamamen unutulması söz konusu değildir. Unuttuğumuz birçok kelimenin var olmasının yanı sıra, dilimize teknolojik gelişmeleri takip etmemiz sebebiyle aldığımız birçok yabancı kelime olmasıdır. Burada ki unutuluştan çok dilin faklı bir boyut kazanması, bir başka ifadeyle erozyona uğramasıdır. Unutuluşun dil boyutu sadece dili etkilemez. Dile bağlı olarak müzik, edebiyat, tiyatro, sinema, dili kullandığımız her alan etkilenir. Burada ki çözüm de o kadar zor değildir ancak zaman alan bir süreçtir. Nedir bu çözüm? Herhangi bir alanda yeni üretilen bir ürüne verilecek ismi, elbette o ürünü üreten toplum tarafından verilir. Dolayısıyla bizim dilimizi korumamızın en önemli yolu, bu gelişmelerin öncüsü olmakta yatar. Bir anlamda kültürü unutturmamak için kültür yaratmalısınız.

Tarihe baktığımızda Orta Asya’dan buralara göçerken en çok Fars ve Arap kültürlerinden etkilenmişizdir. Etkilenmemiz gerekir ancak bu etkileniş iyiye ve doğruya yönlendirmiş ise güzel sonuçlar doğurur ve yine etkilenirken sorgulama yapılması gerekir, karşılaşılan kültür ona göre alınmalı ya da alınmamalıdır. Bütün bunları değerlendirdiğimizde toplumun yapısında meydana gelen değişmeyle toplum kendisine yabancılaşmıştır yani biz, biz olmaktan çıkmışızdır. Bu da geride sadece bize tarihimizle övündüğümüz bir içi boş bir isim bırakır. Daha burada anlatamadığım nice güzel örnekler biliyorum, sözlerimi bitirirken kültürü unutmamak gerektiğine bir kez daha vurgu yapıyorum, unutulmaması gereken kültürü unutmak, kendimizi unutmaktır.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten