Geçmişten
günümüze baktığımızda doğanın kanunu insanoğluna herhangi bir zarar vermemiştir
şimdi bunu söylediğimizde nasıl olur depremler, yangınlar vb. doğal afetlerden
örnekler verenler olacaktır ama buna karşıt olarak verile bilecek cevap doğal
afetin içerisinde gizli mesele ise onu açığa çıkartmak yani “doğal” kelimesini. Doğa
insanoğluna yasaları çiğnememesi konusunda birçok ufak belirtilerle mesaj
verirken insanoğlu yasaları çiğnemeyi kendine hedef koyarak koydu ve yaşanan
doğal afetlerde birçok kayıplar verildi. Bu kayıpların verilmesindeki en büyük
nedenlerden birisi de tüketime olan açlıktır. Tüketim, canlı varlıkların hepsi
için geçerli bir kavram fakat tamamını bitirecek ve yok edecek kadar tüketmek
kaynak katliamıdır.
İnsan
göçebelikten gelen hırslarını yerleşik düzende farklı bir aşamaya taşıyarak
üretmeden tüketmek üzere kurmuş durumda oysaki göçebe toplumlarda yılın belli
zamanları ihtiyaç dâhilinde üretim yapılır ve yılın geri kalan kısmında
tüketilirdi. Yerleşik düzende tüketim dediğimizde artık aklımıza eskisi gibi
sadece gıda gelmiyor artık tüketim giyim, inşaat, gıda vb. daha birçok alana
yayılmış durumda.
Şimdi
bir soru sormamız gerek;
Tüketim
birçok farklı alana yayılmış ve yayılmaya devam eden bir eğimde seyrediyorken
üretim nasıl seyrediyor? Tüketimi karşılayacak materyalleri ikameye gerek
kalmadan karşılayabiliyor mu?
Tüm bu
meseleleri bir kenara bıraktığımızda en temel meselemizin yani bahsettiğimiz
problemlere sebep olan, sorduğumuz sorunun cevabı içerisinde olan insan
unsuruna ve insanın, geçmişten günümüze sürekli evrim geçirerek gelmiş bir varlık oluşuyla karşılaşıyoruz.
Ama bahsettiğimiz evrim fiziki değil zihni anlamda nasıl olur diyorsanız eğer
dünya tarihi ve toplumların yaşantılarına ve dönemsel olarak savunulan
düşüncelere bir göz atmanızda fayda var. Zihin gelişimi durmayan ve içerisinde
bulunduğu ortama ayak uydurmaya ve kendini ona göre geliştirip düşünce
yapısını, doğru yanlış anlayışını kurgulayan bir yapıdır.
Günümüz
toplumlarını yöneten hükumetler, kitlelerin kendilerine karşı tehdit
oluşturmasını istemezler ve bunu kitleleri kendilerine muhtaç ederek ve
kesinlikle hükumetsiz yapamayız düşüncesini aşılayarak yapmaya çalışırlar. Bu
çabalarının en kesin etkisi olanı ise üretmeyen toplumu tüketmeye alıştırmak ve
bu tüketim alışkanlığını da devlet yardımlarıyla kapatmaya çalışmak yani “armut
piş ağzıma düş” mantığıyla birebir örtüşen bir politika izlemektir. İzlenen
politikanın en büyük destekçisi ise daha önceki yazılarda da ele aldığımız
“statü” kavramıdır.
Sunulan
makamlar nedeniyle sorgulamaya kapalı, farkındalıktan yoksun ve bilinçsiz
toplumlar yetişmekte ve toplumların içerisinde en tehlikeleri olanlar ise
sorgulayan, farkın-dalık sahibi kişilerin makam sağlayanlar ile beraber hareket
etmeleridir. Aslına bakarsak devletin mahalle bürokratları yani muhtarları az
farkında olup makam sevdasından bu farkındalığı aktarmayanlardan veya
aktaramayanlardan oluşuyor diyebiliriz.
Yazıda
geçen problemlerin çözümleri ise toplumun en küçük yapı taşı olan bireyden
geçiyor birey okumalı, öğrenmeli, sorgulamalı ve en başta değişimi kendinde
başlatmalı eğer bunu başarıyorsa toplumsal değişim zaten çok yakında kaçınılmaz
olacaktır.
Yorumlar
Yorum Gönder