Batılılaşma kavramı dahi dogmatik bir gösterge olup, kılık
kıyafet ile batılı, boş zaman aktiviteleri ile özgür olduğumuz kanısına
varıyoruz. Egemen güç kendisini diğer toplumlara bir ideal olarak koyduğunda
ideale ulaşmaya çalışan bizim gibi ulusların düştüğü durum acziyet oluyor.
O sebeple ‘batılılaşma’
yerine ‘çağdaşlaşma’ kavramını
kullanmayı tercih ediyorum. Çağdaşlaşma
iç dinamizmle mümkünken, batılılaşma kendini yadsıma ve taklitle mümkün oluyor.
Konfora alışmış zihin
en kolayını taklit edip, hamasi edebiyatı iç dinamizm zannediyor. İçeriği
boşaltılmış kavramlar tapınç nesnesine dönüştürüldüğünde iç dinamizm
yaratılması mümkün olmuyor. İçi boşaltılmış donuklaştırılmış kalıplar değer
değil, yıkılması gereken setlerdir.
Din nasıl ki düşünce yetisine ket vurma, çoğunluğun,
azınlığın zenginliğini sorgulamaması adına yozlaştırıldıysa, Mustafa Kemal
Atatürk’de aynı şekilde siyasal ve işlevsel bir silaha dönüştürüldü. Çağdaşlık
adına bağnazlığı gizlemenin yolu Atatürk’e sığınmaktı. Yapılan askeri
darbelerde bile suçlarına Atatürk’ü kalkan yapmaktan geri durmadılar.
Çağdaşlık adına bir kesim, diğer kesimi gerici olarak
tanımlarken, doğal olarak kendini ilerici olarak konumlandırıyor. Gerici olarak
tanımlanan ise kendini gelenekçi, muhafazakâr olarak tanımlıyor. Tanımlar her
ne kadar değişiyorsa da her iki kesimin de motivasyon kaynakları değişmiyor.
Mete Tunçay’ın değişiyle ‘’Epigon olmak’’ yani kabaca taklit
etme ve taklit ederek iz sürme tutumudur. Bu bir siyasi liderin, dini liderin
manevi şahsı, yabancı bir kültürün düşünce sistemi, sanatı, edebiyatı vb.
olabilir.
Bu tutum cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik,
devletçi ve devrimci olmanın kolaylığını sağlarken, bir şeyhin ipine sarılıp
biat etmek de dindarlık sayılıyor. Din ve siyaset Epigon’dan arındırılmadığı
takdirde cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik,
devrimcilik, maneviyat gibi kavramların rasyonel zeminde tartışılması da
imkânsızlaşıyor.
Örneğin;
“Laiklik bu ülkede tam anlamıyla hiçbir dönemde
uygulanmamıştır” dediğimde bir kesim tarafından lince uğrama ihtimalim
dışında bu söylem, sürekli bayrak, ezan, millet hamasetine teşne, siyasal
İslamcı zevat tarafından da ahlaksızca kullanılmak istenecektir. Laikliğin tam
anlamıyla uygulanmamasının nedeni olarak Mustafa Kemal Atatürk gösterilecek,
ardından Atatürkçülük adına da rasyonaliteden yoksun bir şekilde savunmaya
geçilecektir.
Her iki tutumda da ana gaye laiklik nasıl daha iyi işler
sorusunu sormak ve uygulanmasını sağlamak değil, dogmaları savunmaktır. Her iki
tutumun da birbirinden temel bir farkı yoktur. Olguları tartışmak Atatürk
düşmanlığı değil gerekliliktir.
Çağ değişiyor, insanlar değişiyor, kavramlar değişiyor,
dünya değişiyor yurdumuzun insanları dogmalarına sıkı sıkıya bağlılık
gösteriyor.
Günümüz siyasi otoriteleri ne kadar dogma yaratırsa kendi varlığı da o
derece sağlama alıyor. Bir ülkede dogmalar ne kadar fazla ise siyaset yapmakta
o kadar kolaylaşıyor.
Bunun sonucunda Türk siyasetinde;
Yerli ve milli, üst akıl, algı operasyonu, büyük resmi
görmek, yeni Türkiye, mehter, diriliş, böyle bir şey mümkün mü şaşkalozluğu
gibi, türlü safsatalar etrafında döndüğünü, iktidarı belirleyen iradenin akıl yerine, baskın gelen dogma kanadı
olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz…
Dogmalara bağlılık
Mustafa Kemal Atatürk’ün aşmacı, sürekli aydınlanmacı idealine de ters
düşmektedir. Dogmalarla savaşmış bir insanın dogmaya dönüşmesi de utanç verici
bir ironidir.
Yorumlar
Yorum Gönder