Ana içeriğe atla

Dogmalara Tutunmak - İsmail Sen

Ardahan’da görülen Atatürk silueti karşısında saygı duruşunda bulunup tören yapılması, Oruç Baba türbesine çaput bağlayıp, sirke ile oruç açarak dilek dilenmesi arasında temel bir fark yoktur. Dogmalara tutunmak bir kesimi gerçek anlamda dindar yapmayacağı gibi, diğer kesimi de çağdaş ve Atatürkçü yapmayacaktır.

Batılılaşma kavramı dahi dogmatik bir gösterge olup, kılık kıyafet ile batılı, boş zaman aktiviteleri ile özgür olduğumuz kanısına varıyoruz. Egemen güç kendisini diğer toplumlara bir ideal olarak koyduğunda ideale ulaşmaya çalışan bizim gibi ulusların düştüğü durum acziyet oluyor.

O sebeple ‘batılılaşma’ yerine ‘çağdaşlaşma’  kavramını kullanmayı tercih ediyorum. Çağdaşlaşma iç dinamizmle mümkünken, batılılaşma kendini yadsıma ve taklitle mümkün oluyor.

Konfora alışmış zihin en kolayını taklit edip, hamasi edebiyatı iç dinamizm zannediyor. İçeriği boşaltılmış kavramlar tapınç nesnesine dönüştürüldüğünde iç dinamizm yaratılması mümkün olmuyor. İçi boşaltılmış donuklaştırılmış kalıplar değer değil, yıkılması gereken setlerdir.

Din nasıl ki düşünce yetisine ket vurma, çoğunluğun, azınlığın zenginliğini sorgulamaması adına yozlaştırıldıysa, Mustafa Kemal Atatürk’de aynı şekilde siyasal ve işlevsel bir silaha dönüştürüldü. Çağdaşlık adına bağnazlığı gizlemenin yolu Atatürk’e sığınmaktı. Yapılan askeri darbelerde bile suçlarına Atatürk’ü kalkan yapmaktan geri durmadılar.

Çağdaşlık adına bir kesim, diğer kesimi gerici olarak tanımlarken, doğal olarak kendini ilerici olarak konumlandırıyor. Gerici olarak tanımlanan ise kendini gelenekçi, muhafazakâr olarak tanımlıyor. Tanımlar her ne kadar değişiyorsa da her iki kesimin de motivasyon kaynakları değişmiyor.  Mete Tunçay’ın değişiyle ‘’Epigon olmak’’ yani kabaca taklit etme ve taklit ederek iz sürme tutumudur. Bu bir siyasi liderin, dini liderin manevi şahsı, yabancı bir kültürün düşünce sistemi, sanatı, edebiyatı vb. olabilir.

Bu tutum cumhuriyetçi, milliyetçi, halkçı, laik, devletçi ve devrimci olmanın kolaylığını sağlarken, bir şeyhin ipine sarılıp biat etmek de dindarlık sayılıyor. Din ve siyaset Epigon’dan arındırılmadığı takdirde cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, laiklik, devletçilik, devrimcilik, maneviyat gibi kavramların rasyonel zeminde tartışılması da imkânsızlaşıyor.

Örneğin;

 “Laiklik bu ülkede tam anlamıyla hiçbir dönemde uygulanmamıştır”  dediğimde bir kesim tarafından lince uğrama ihtimalim dışında bu söylem, sürekli bayrak, ezan, millet hamasetine teşne, siyasal İslamcı zevat tarafından da ahlaksızca kullanılmak istenecektir. Laikliğin tam anlamıyla uygulanmamasının nedeni olarak Mustafa Kemal Atatürk gösterilecek, ardından Atatürkçülük adına da rasyonaliteden yoksun bir şekilde savunmaya geçilecektir.

Her iki tutumda da ana gaye laiklik nasıl daha iyi işler sorusunu sormak ve uygulanmasını sağlamak değil, dogmaları savunmaktır. Her iki tutumun da birbirinden temel bir farkı yoktur.  Olguları tartışmak Atatürk düşmanlığı değil gerekliliktir.

Çağ değişiyor, insanlar değişiyor, kavramlar değişiyor, dünya değişiyor yurdumuzun insanları dogmalarına sıkı sıkıya bağlılık gösteriyor.

 Günümüz siyasi otoriteleri ne kadar dogma yaratırsa kendi varlığı da o derece sağlama alıyor. Bir ülkede dogmalar ne kadar fazla ise siyaset yapmakta o kadar kolaylaşıyor.

Bunun sonucunda Türk siyasetinde;

 Yerli ve milli, üst akıl, algı operasyonu, büyük resmi görmek, yeni Türkiye, mehter, diriliş, böyle bir şey mümkün mü şaşkalozluğu gibi, türlü safsatalar etrafında döndüğünü, iktidarı belirleyen iradenin akıl yerine, baskın gelen dogma kanadı olduğu gerçeğiyle yüzleşiyoruz…

Dogmalara bağlılık Mustafa Kemal Atatürk’ün aşmacı, sürekli aydınlanmacı idealine de ters düşmektedir. Dogmalarla savaşmış bir insanın dogmaya dönüşmesi de utanç verici bir ironidir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Avcı Toplayıcılar (Ahmet Atak)

Tanrılar çıldırmış olmalı isimli film,   eski bir komedi filmidir.  İnsanları hem güldürüyor, hem de modern toplumlarla avcı toplayıcı toplumların kültürleri arasındaki farkları çok çarpıcı bir şekilde ortaya koyuyor. Konu Afrika'nın ıssız bir bölgesinde mutlu bir hayat yasayan avcı toplayıcı bir kabilede geçiyor. Günlerden bir gün uçaktan aşağıya atılan bir koka kola şişesi her şeyi altüst ediyor. İlk basta çok yararlı ve kullanışlı bir aygıt olarak algılanıp kullanılıyor bu şişe.  Fakat şişe tarzı başka hiçbir gereçleri olmadığından köyde kimin şişeyi kullanacağı bir tartışma konusu oluyor. Tekliğinden dolayı paylaşılamayan bu sise kavgalara sebep veriyor. Kabilenin lideri bu kötülük getiren nesneyi dünyanın sonundan atarak tanrılara iade etmek için yola çıkıyor.   Filmde aslında üretim araçlarına sahip olma kavgası ve ekonomik üretim süreçlerine vurgu yapılıyor ki burada Marx'tan esinlenildiği çok açık.  Dünyada hala özellikle amazonda çok az sayıda kalsa da bazı avc

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?