Ana içeriğe atla

Nasıl Eğitiliyor ve Nasıl Seçiyoruz? (İsmail Sen)


Son günlerde sosyal medyada doğruluğu tartışma konusu olan şöyle bir paylaşım görüyorum;

‘’Japonya’da lise mezunu olmayan oy veremiyor. Japonya bu durumu şöyle açıklıyor kendi gelişimini tamamlayamamış bir birey, toplumu ve devleti ilgilendiren konularda söz ve hak sahibi olamaz.’’

Hoş ama bunu yapabilmek için öncelikle eğitimi nitelikli hale getirmemiz gerekiyor, lise ve üniversiteye dek çocuklarımızı nasıl eğitiyoruz? Sorusunu kendimize yöneltmeliyiz. Ayrıca Japonya gibi bir ülkede politika, halkta ve yönetenlerde akıl işiyken, bizim halkımızdaki karşılığı gönül, yönetenlerdeki karşılığıysa çıkar odaklıdır. Politikacılarımız, aklın ve ahlakın değil, çıkar ve faydacılığın hüküm sürdüğü okulların mezunlarıdır. Ezberci, kısa yolcu eğitim anlayışımızın bireyleri ister lise mezunu olsun isterse de üniversite mezunu…

Değişen hiçbir şey olmayacaktır. Eğitimli insanın kullanacağı oyun niteliği, eğitimsiz insanınkiyle farklılık göstermeyecektir. Ahlaki ve akli bir temeli olmayan eğitim, toplumun bilinç ve aydınlanması yerine zihinsel olarak çoraklaşmasına vesile olacaktır. 

Felsefeci İoanna Kuçuradi;

‘’Eğitimde felsefeye yer verirsek 20 yıl sonra farklı bir Türkiye ile karşılaşırız.’’ derken haklıdır. Yalnız verilecek felsefe eğitimi ilkokuldan üniversiteye dek verilen İngilizce eğitimine rağmen İngilizce öğretemeyen nitelikte olmamalıdır. 

Sosyal bilimler ve felsefe gereklidir, analitik düşünmeyi, sorgulamayı, etik anlayışı geliştirir ve bunun sonucunda felsefi disiplini öğrenen bir kafanın seçimi daha müspet olacaktır. 

Sosyal bilimleri, felsefeyi önemsemeyip üvey evlat muamelesi yapmayı sürdürmeye devam ettiğimiz müddetçe en ufak bir sorgulamada ‘’felsefe yapma’’ diye verilen tepkinin ardından sonuç olarak ağlak siyasi romantizmle karşılaşmaya devam edeceğiz. Tıpkı 24 Ocak tarihinde Bandırma Barış Manço Kültür Merkezinde düzenlenen Uğur Mumcu anmasında olduğu gibi.  İlgili yazıyı okumak için tıklayın.


Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Tanin no kao / Başkasının yüzü (İsmail Şen)

Bir Film, İki Kitap ve Filmi Okumak Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış  ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’  filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü kaybetmiş ‘’ Okuyama’’ isimli bir karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor. Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir diyalog imkânı buluyoruz. '’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz, gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film Sohbetleri’’ ya da ‘’ Film Analizi’’ dersek daha iyi olabilir sanki. '' Film analizi '' dediğimizde filmin teknik konularını içerisine

Tekerrür'deki Gerçeklik (Murat H. Özcan)

Susmak en güzel cevaptır derdim her zaman milat çok derindeydi oysaki. Kendi miladını yaratmalıydı insan ve yarattı da. Sonra devamı geldi işte, tarih kitaplarından ve homo sapiens'den aşinayız azda olsa konulara. Bağıra bağıra, bir saniye bile susmadan mücadele verdik hayatta. Hayat bize bu kadar borçluyken, ona en sevdiklerimizi adarken, adaleti toprakta aramak saçmalık olmuştu. Sonra mücadele alanı genişledi ve tabi mücadele ettiklerin. Ancak insan hep kaybedendi… Kimisi karşı çıkmak için haksızlıklarla savaştı ama insan yok olmaya en müsait olanıydı. Susmak en güzel cevap derlerdi. Yok olmaya mahkum biri, yok olacağını bile bile neden susarak cevap verirdi? İnsan bedenden bir fani, değersiz bir çamur ve tanrının nefesi kimisine göre, kimisine göre maymun. Bunları duyunca susmak elde değil gibi. Oysa nereden geldiğimiz ne kadar önemli? İnsan kendine nereden geldik sorusu yerine nereye gidiyoruz sorusunu sorsa ne olurdu? Susmazdık sanırım. Değer ve yargılar hep sorgulan

İBADE(R)T - Zafer Korkmaz

Tanrı : Ben seni neden yarattım? Köpek : Hav Tanrı : Aferin. Ya seni? Kedi : Miyav Tanrı : Aferin. Peki ya seni? İnsan : Bilmiyorum tanrım. Tanrı : Nasıl olur? Ben senin beynini bütün bunlarınkinden bin kat daha gelişkin yaratmadım mı? İnsan : Aaa buldum düşüneyim diye? Tanrı : Şimdiye kadar neden düşünmedin o zaman? İnsan : Düşünen bir kaç kişi vardı . Onlarda zamanla hayvan gibi yaşamaya başladı . Korktum tanrım Tanrı : Neyden korktun? İnsan : Hayvan gibi yaşamaktan... Tanrı :Hayvanlar nasıl yaşıyor ki korkasın? İnsan : Yani... Temiz değiller bir kere Tanrı : Saçmalama bence daha fazla. İnsan : Emredersiniz tanrım. Tanrı : (Derin bir iç çeker) (kediye) ben nerede hata yaptım acaba? Kedi : Miyav Tanrı : Sanmam İnsan : Ne dedi tanrım? Gerçi ne derse demiş olsun sonuçta sizin bir yerde hata yaptığınızı söylüyor. Şerefsiz kedi! Şeytan bu şeytan! Tanrı : Bak yavrum, senin ibadetin düşünmektir. Ben seni neden yarattım? İbadet et diye... anlıyor musun beni?

Gerçeklerden Kaçmak (Anıl Uluçay)

Hayaller bizim vazgeçilmez dayanağınızdır onlar olmadan hayatın gerçeklikleri altında sıkışıp kalırız  ama gerçeklik ve hayal arasından ki farkı idrak edebiliyor ve gerçeklerden kaçmak için her fırsatta hayallere sığınmadan durabiliyor muyuz? Çoğu insan sabah olduğunda güneşin doğuşunu görebildiği için mutlu olmak yerine gerçekliklerin hüznüyle güne başlıyor. Bahsedilen gerçekler kişiden kişiye değişiklik gösterebilir tabiki ama sizce en ağır gerçekler nelerdir? İnsanoğlu neden gerçeklikler ile mutlu olamıyor? Bahsedilen gerçeklerin hiç mi iyi tarafları yok? Bir çok soru sorabiliriz kendimize veya bir başkasına ama önemli olan sorulan soruların cevaplarını verebilmek veya verdirebilmek ancak bunu başarabilirsek gerçeklikler ile mutlu olmaya başlayabiliriz çünkü verdiğimiz cevaplar gerçek sandığımız çoğu şeyin aslında bizim gerçeğimiz olmadığını ve bizim istediğimiz değil bize sunulan, mecbur bırakılan hayatı yaşadığımızı gösterecektir. Vermediğimiz daha doğrusu vermekten