Bir Film, İki Kitap
ve Filmi Okumak
Bandırma Sinema Amatörleri Derneği’nin ‘’Film Okuma’’ etkinliğinde üçüncü filmimiz 1966 yapımı, Hiroshi Teshigahara tarafından Kobe Abe romanından uyarlanmış ‘’Tanin No Kao/Başkasının Yüzü’’ filmi oldu. Film, bir iş kazası nedeniyle yüzünü
kaybetmiş ‘’Okuyama’’ isimli bir
karakterin hikâyesini anlatıyor. Görünüşün mü kişiliği yoksa kişiliğin
mi görünüşü etkilediğine ilişkin bir sorgulama yapıyor.
Her ne kadar dernek olarak bu etkinlikleri ‘’Film Okuması’’ olarak niteliyor olsak da konunun uzmanı
sayılmayız. Film üzerine bir grup insan amatör bir ruhla oturup tartışıyoruz. Etkinliklerde
filmi seçen arkadaşımız bir otorite olarak konuşmuyor, böylelikle samimi bir
diyalog imkânı buluyoruz.
'’Film Okumak’’ kulağa biraz samimiyetsiz,
gereksiz özgüvenli bir iş gibi geliyor. ‘’Film
Sohbetleri’’ ya da ‘’Film Analizi’’
dersek daha iyi olabilir sanki. ''Film analizi'' dediğimizde filmin teknik
konularını içerisine alabiliriz. Kamera hareketleri, ses, ışık, kurgu, dekor,
oyunculuk gibi…
İş, ‘’film okumak’’
boyutunda tartışıldığında ‘’Zeki
Demirkubuz’’ filmlerinde sürekli açılan, gıcırdayan, kapı
içeren sahnelere yüklenen saçma metaforlar gibi altı boş bir eylemin cakası
gibi geliyor bana.
Teknik konular dışında, film okuması adı altında yapılan
çoğu yorum sübjektif bir değer taşır. Bir filmi okuma iddiasındaki birçok kişi
de sübjektif değerlendirmelerde bulunuyor. ‘’bu
sahnede şunu anlatmak istedi, burada şuna gönderme yapıyor’’ gibi birçok
yorum, (bazen istem dışı benim de yaptığım oluyor) öznel bir değer
taşımaktadır. Kendi anlayış ve anlamlandırma kabiliyetini filmin tek hakikati
gibi pazarlamak bana çok samimi gelmiyor. O sebeple ‘’Film
Sohbetleri’’ dersek daha az iddialı ve samimi bir çizgi yakalarız diye
düşünüyorum.
Tanin no kao/Başkasının Yüzü - Tralier
Filme dönecek olursak, anlatılan ile anlaşılan hiç bir zaman aynı olmuyor. Ben de filmin üzerine kısaca anladıklarımı anlatmaya çalışacak, sübjektif yorumlarda
bulunacağım. Biraz da David Le Breton’un ‘’Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme’’ isimli kitabından
yararlanacağım. Filmi izlememiş ve izleme niyeti olanların metnin geri kalanını
okumamasını tavsiye ederim.
Filmin açılışında yapay uzuvlar üreten bir psikiyatrist ile
karşılaşıyoruz. Gösterdiği yapay bir parmağın, parmak biçiminde bir aşağılık
kompleksi olduğunu ve kendisinin görevinin o boşlukları doldurmak olduğunu söylüyor.
Ardından yüzü tanınamaz hale gelmiş ana karakterimiz ‘’Okuyama’’ ile karşılaşıyoruz. Okuyama ‘’insanın yüzünün ruhuna
açılan bir kapısı’’ olduğunu söylüyor.
Aynaya her baktığında insan yerine bir canavarla karşılaşıyor.
David le Breton yüzün yaralanması, yitirilmesi üzerine yaşanan
durumu şöyle özetliyor;
‘’Her birey, en alçak
gönüllüsü bile, yüzünü, kendisine özel olarak işaret eden adı gibi farklılığın
en yüce göstergesi olarak görür. Yüz varlığın gizli merkezi, bir biçimde insan
kimliği duygusunun başıysa, yüzün biçiminin bozulması bir anlamda varlığın
yitirilmesi, kişiliğin yıkımı olarak deneyimlenir. Kaza geçirerek ya da yanarak
yüzünden yaralanan kişilerin yaşadığı dram da bundan kaynaklanır. Yaraları
ciltlerine olduğu kadar kimliklerin köklerine de dokunur. Öte yandan, hastalık
ya da kaza yüzünden yüzü bozulan kişiyi görenler, onun insanlıktan çıktığını
fısıldaşırlar.’’
Yan hikâyeye tekrar değineceğim.
Ana karakterimiz Okuyama,
topluma yeniden katılabileceği gerçekçi bir maskeye sahip olacaktır
olmasına ama ruhuna açılan kapı kimin yüzü olacak? Bu noktadan sonra filmde, ‘’görünüşün
mü kişiliği etkisi altına aldığı yoksa kişiliğin mi görünüşü?’’ Sorusu
temel alınıyor.
Okuyama geçirdiği kazanın ardından sargı bezlerine mahkûm
kaldı. Kişiliğini o denli yitirdi ki kendi tabiriyle; ‘’bez yarığından sarkan sigara’’ sigara içerken dahi kendi kişiliği
çok derinlerdeydi. Eşi tarafından da görmezden geliniyordu. Eşi, mümkün
olduğunca görüş alanının dışında kalıyordu. Bu durum öyle duygular açığa
vuruyordu ki insanların gözlerini oymak, eşinin yüzünü yakmak gibi fikirler
besliyordu içten içe.
Doktor yapay uzuvlarla insanların aşağılık komplekslerini
giderdiğini düşünüyorsa da daha önce denenmemiş bir şeyi Okuyama üzerinde
deneyecektir. Muhtemel tehlikelerin de farkındadır. Okuyama, maskeyi kullanmaya başladığında
aşağılık kompleksi yerini kibre ve intikam duygusuna bırakır.
Doktorun maske aracılığı ile düşlediği özgürlük, kimlik
problemleri, suçun ortadan kalkması gibi iyi niyetli hayallerin tutar bir
tarafının olmadığını görüyoruz. Okuyama bastırmış olduğu duygularını bir
başkasının yüzü ile açığa vurmakta beis görmüyor. Eşini başka biri olarak
baştan çıkarma arzusu, daha önce hissetmediği cinsel fanteziler, ( Kobo Abe’nin romanında epey yer tutar)
cinsel saldırılar, intikam dürtüleri gibi.
Aynı intikam dürtüleri yan hikâyedeki kadında yoktur örneğin…
Abisine birkaç kez sorduğu ‘’savaş çıkar mı?’’ sorusu sizi
yanıltmasın. İntikam amaçlı bir soru olmaktan ziyade masumane bir sorudur.
Savaş çıktığında insanların önem sırası değişecek, hayatta kalma ve karnını
doyurma güdüsü ağır basacak, yüzün değeri daha önemsiz bir şey olmaya
başlayacaktır. Yüzü sebebiyle dışlanmadığı, ayrımcılık çekmediği tek ortamın 20
yıl öncesinin yaşandığı ve zamanın durduğu eski askeri hastane olduğu
görülecektir.
Yüzü yaralı kadın kendine yabancılaşmazken Okuyama tam aksine hızlı bir yabancılaşma
eğilimi gösterir. Bakıldığında her iki karakter de ikili bir hayat yaşıyorsa da
Okuyama’nın ki farklı bir ikilik durumudur. Maskesi için ayrı bir ev tutar,
yeni kıyafetler alır, bir başkası haline gelir. Varoluşuna yabancılaşır. İşlediği
cinsel saldırının ardından tutuklanan Okuyama,
karakolda bir isminin ve kimliğinin olmadığını haykırır.
Yine David le Breton’dan alıntıyla;
‘’Maske yalnızca
adsızlık sağlamakla kalmaz, kuraldışılığa ve yasakların kalkmasına da izin
verir. Birey yüzünü gizlediğinde, uykuda olduğu gibi, sonradan kendi yüzüne
bakamama korkusuyla yüzü açıkken yeltenemeyeceği işlere kalkışır. Ama öncelikle
söz konusu olan hoş görülmeyen bir edimi ceza almadan, toplumun yasal ya da
ritüel çerçevesinin dışında gerçekleşmektedir; Ku Klux Klan’ın uzun
kukuletaları bunun korkunç bir örneğidir.’’
Doktor, Okuyama’yı işlediği suçtan azat ettiğinde kendisine ‘’özgürsün,
dilediğini yapabilirsin, dilediğin gibi yaşayabilirsin’’ der. Doktor, film
boyunca bir nevi Tanrı rolünü üstlenmektedir ve hatta yarattığı maskenin ilk
günahına dahi tanıklık edip bağışlayıcı bir tutum sergilemiş olur. Nietzsche’nin
‘’Tanrı
Öldü’’ önermesine paralel bir anlatım gibi geldi bana. Okuyama, Kendisini sürekli yönetmek ve yaptığı
her şeyden rapor almak isteyen Tanrısını öldürür…
Doktor, Tanrı
olmaksızın, hesap verilmeksizin, maskeler aracılığıyla yaşanabilecek özgürlüğün
ve mutluluğun hayalini kurduğu halde Tanrılaşır… Ayrıca filmde defalarca özgürlük vurgusu
yapılır. Film boyunca ana karakterimizin tüm o bastırılmış duygularını açığa
vuruşunu özgürlükmüş gibi algılama eğilimi gösteririz.
Oysa Jean
Jacques Rousseau;
‘’İnsanın özgürlüğü istediği her şeyi yapabilmesinde değil, istemediği
hiçbir şeyi yapmak zorunda olmamasındadır’’ der.
Her istediğini kimliksizleşerek yapmaya başlayan okuyama ne
derece özgürdür tartışılır. Kim bilir belki de okuyama toplum tarafından tecrit
edilmemiş olsaydı bu denli kibirli ve nefret dolu olmayacaktı. Eşiyle maske aracılığıyla birlikte olmasının
ardından…
Eşi, ‘’Aşkta, çiftler
birbirlerinin maskelerini düşürmeye çalışırlar’’ der. Maskelerini
düşürmeden yaşayabilme umudunu besler içinde ama nafile. Maskeyi ilk düşüren
Okuyama olur.
Yan hikâyenin sonundaysa kız kardeş, ağabeyinden kendisini
öpmesini istemektedir. Ağabey, kardeşini yarasının üzerinden öper ve muhtemelen
aralarında ensest bir ilişki yaşanır. Sabah olduğundaysa kız kardeş tarafından
bırakılmış bir mektup ve ağabeyin yatağında hıçkırarak ağlayışını görürüz. Dizlerinin
üzerinde pencereye yönelip sahile bakar, kardeşi dalgaların içerisinde
kaybolur. O sahnede camdan içeriye bir ışık huzmesi akın eder, film üzerine
konuştuğumuz gün, bu soru sorulduğunda cevap verememiştim. Kim bilir belki de sahneyi İkinci Dünya Savaşında patlayan bir nükleer
bombaya benzetebiliriz...
Ana hikayesine bağlantısına gelecek olursak Okuyama, kız kardeşini yarasından
öpebilen ağabey kadar eşinin kendisine yardımcı olamadığını söylüyordu. Filmde
izlediğimiz yan hikâye, Kobo Abe’nin romanında Okuyama’nın eşiyle izledikleri
bir filmin kesitidir. (Kitapta çok kısa bir yer işgal etmektedir.)
Yüz üzerine iki farklı yaşam izledik, iki farklı reaksiyonla
karşılaştık.
Roman ve kitap arasındaki temel fark Okuyama’nın maskesini kendisinin yapmış olmasıdır. Yönetmenin ufak bir dokunuşu daha farklı bir hava katmış. Kanaatimce doktorun filmde daha aktif rol oynaması iyi bir tercih olmuş.
Akira Kurosava ile başlayan Japon Sineması merakım, Masaki Kobayashi, Hiroshi Teshigahara, Hideo Gosha, Hiroshi Inagaki gibi yönetmenleri keşfetmemi sağladı. Kaldı ki henüz Yaujiro Ozu, Kenji Mizoguchi gibi yönetmenlerin filmlerini izlemiş değilim. Masaki Kobayashi'nin ''İnsan Manzaraları'' üçlemesi ve ''Seppuku'' filmini önerebilirim. Hideo Gosha'dan ''Goyokin'' ve Hiroshi Inagaki'nin ''Mushasi'' üçlemesini öneririm.
Filmini tartıştığımız Hiroshi Teshigahara'nın iki Kobo Abe uyarlaması daha var; ''Suna ne onna/Kumların Kadını'' ve Otashiana/Görünmez Tehlike'' filmleri tavsiye edilir.
Kitaplar
Yüz Üzerine Antropolojik Bir Deneme, David Le Breton - Boğaziçi Üniversitesi Yayınları
Başkasının Yüzü, Kobo Abe - Monokl Yayınları
Yorumlar
Yorum Gönder